31 Temmuz 2010 Cumartesi

KAYISIDA KÜKÜRT TAYİNİ

Deneyin Adı: Kuru Kayısıda Kükürt Tayini
Deneyin Amacı:Kayısı İhracatında Büyük Problem Olan Kükürt Miktarının Belirlenmesi
Deneyin Teorisi:Antioksidan,antimikrobiyal ve enzim inhibasyon özellikleri olduğu bilinen kükürtlü bileşikler meyve ve sebzelerin muhafazasında yaygın olarak kullanılırlar.Kükürtlü bileşenler özelikle kayısının muhafazasında kullanılırlar. Bu amaçla toz kükürt tuzları yakılarak SO2 elde edilir ve bu gaza maruz bırakılan meyveler gazı absorbe ederler. SO2 kayısının yapısında bulunan suda çözünerek sülfüroz aside dönüşür.Sudaki çözünürlüğü sıcaklığa oldukça bağımlı olan kükürtdioksit hafif ısıtılınca sulu çözeltiden SO2 halinde uzaklaşacaktır. Bu yöntemin teorisi , kayısı dokusunun bir asitla tamamen parçalanarak SO2’nin serbest asit haline geçirilmesi, inert bir gaz olna azot ile taşınıp nötr pH daki H2O2 tuzağında tutulmasına dayanır. Burada SO2, H2O2’nin oksitleyici etkisiyle sülfirik asite dönüşür ve bu asit, normalitesi bilinen bir alkaliyle titre edilerek dolaylı yoldan örnekte bulunan SO2 miktarı bulunur.











Kullanılan Malzemeler:
Kükürt tayin düzeneği(ısıtıcı, balon, geri soğutucu, toplama kabı, bağlantı boruları ve azot tüpü)Deneyin yapılışı:Üç boyunlu balona 150 ml saf su koyuldu.Oluşturulan düzenekten 15 dk boyunca azot gazı geçirildi(Azot gazının akış hızı 30 kabarcık/dk olmalıdır).D tüpüne 10 ml %3’lük hidrojenperoksit koyuldu.Öğütülen örnekten 5gr, tartıldı ve üç boyunlu balonun içine koyuldu

Kıyma makinesi

Erlen(250ml),büret

HCl çözeltisi(%15’lik)

NaOH çözeltisi

Brom fenol mavisi

H2O2 çözeltisi(%3’lük)
130 ml saf su ve 40 ml HCl koyuldu ve kapak kapatıldı, soğutucu suyu açıldı, balon altındaki ısıtıcı çalıştırıldı. Kaynama başladıktan itibaren yaklaşık 1 saat kaynatıldı. Bu sürenin sonunda D tüpü 200ml saf su ile bir erlene yıkandı. Üzerine 3 damla brom fenol mavisi eklendi ve 0,1 N NaOH ile renk sarıdan mavi menekşe rengine dönene kadar titre edildi.
Sonuç:

ppmso2 =(3200*VNaOH)/m=(3200*1,7)/5=1088

VNaOH:Harcanan NaOH miktarı

m:Tartılan kayısı numunesinin miktarı

ppm:mgSO2/kg kuru kayısı olarak kayısıda kükürt oranı

YOĞURTTA NİŞASTA VARLIĞI TESTİ

Deneyin Adı:Yoğurtta Nişasta TestiDeneyin Amacı:Örneğimizde nişasta varmı görmek ve deney sonucunu gözlemlemekDeneyin Teorisi:Nişasta yoğurda kıvam vermek ve kötü kaliteyi maskelemek amacıyla katılır.Deney nişastanın iyot ile mavi renk vermesi prensibine dayanır.Deneyin yapılışı:2gr yoğurt tartıldı 2ml saf su eklenip homojen olana kadar karıştırıldı ve üzerine 2-3 damla iyot çözeltisi damlatıldı. Yoğurtlardan bazılarına dışarıdan nişasta eklenerek nişasta varlığında nasıl olacağının gözlemlenmesi sağlandıDeneyin sonucu:Nişasta olmayan yoğurt:açık sarı, nişasta olan süt lacivert renkte görüldü.Elimizdeki örnek yoğurtta nişasta olmadığı anlaşıldı.Deneyin Adı:Peynirde tuz tayiniDeneyin Amacı :Tuz tayininin pratik olarak yapılmasıDeneyin Teorisi:Peynirin tuz içeriği, peynirde bulunan NaCl ‘nin ağırlığı olarak ifade edilir.peynirlerde bazen hile amacıyla bazen de bozuk tada sahip olan peynirdeki bozuk tadı maskelemek mikroorganizma aktivitesini minimize etmek amacıyla gereğinden fazla tuz katılmaktadır.Bu analiz;Peynir örneğinde bulunan tuzu peynirin ılık su ile ezilmesiyle suya geçirilerek klorür iyonunun Kr2CrO4 eşliğinde 0,1 N AgNO3 çözeltisi ile titre edilerek saptanması ilkesine dayanır. Böylece ;ortamda bulunan klor iyonlarının, ortama katılan gümüş iyonları ile birleşerek az çözünen bir bileşik olan AgCl’ü oluşturarak çökelmesi ve çökelme başlangıcının bir konsantrasyon indikatörü olan K2CrO4 ile belirlenmesidir.

YOĞURT ÜRETİMİ

Pastörizasyon bölümünden yoğurt bölümüne 52 oC’ de gelen süte krema katılıR(2 tona 38kg krema katılır) ve sıcaklığı buharla 90- 95 oC’ e getiriliR. 90- 95 oC’ yi gördükten sonra 45 oC’e soğutuldu ( bu esnada pH 5,7) ve yoğurt kültürü ekleniR. Yoğurt kültürü eklendikten sonra kovalara doldurulup 43- 45 oC’ de 1- 1,5 saat inkübasyona bırakılıR. Ph 4,7- 4,8 ‘de inkübasyona son verilir. İnkübasyonun ardından yoğurtlar kapaklanarak 2- 4 oC’ de soğukta depolamaya bırakılır.Yoğurt yapımında katkı olarak stabilizatör madde kullanılır.

PEYNİRDE TUZ TAYİNİ

Deneyin Adı:Peynirde tuz tayini


Deneyin Amacı :Tuz tayininin pratik olarak yapılması

Deneyin Teorisi:Peynirin tuz içeriği, peynirde bulunan NaCl ‘nin ağırlığı olarak ifade edilir.peynirlerde bazen hile amacıyla bazen de bozuk tada sahip olan peynirdeki bozuk tadı maskelemek mikroorganizma aktivitesini minimize etmek amacıyla gereğinden fazla tuz katılmaktadır.
 Deneyin Yapılışı:Bu deney tulum peyniri ve Malatya peynirine yapıldı.Buna göre bir örnek için deneyi anlatacak olursak; 
Deneyin sonucu:

Bu analiz;

Peynir örneğinde bulunan tuzu peynirin ılık su ile ezilmesiyle suya geçirilerek klorür iyonunun Kr2CrO4 eşliğinde 0,1 N AgNO3 çözeltisi ile titre edilerek saptanması ilkesine dayanır. Böylece ;ortamda bulunan klor iyonlarının, ortama katılan gümüş iyonları ile birleşerek az çözünen bir bileşik olan AgCl’ü oluşturarak çökelmesi ve çökelme başlangıcının bir konsantrasyon indikatörü olan K2CrO4 ile belirlenmesidir.
10 gr peynir örneği alındi ve üzerine 20 ml 50 °C saf su eklendi ve havanda iyice dövülerek homojen hale getirildi. Bu işlemin ardından mezüre süzülen süzüntü suyu 100ml ye tamamlandı ve bu sudan 10ml alınarak 5 damla %5’lik K2CrO4 çözeltisi damlatıldıktan sonra ,0,1N AgNO3 çözeltisi ile kiremit kırmızı renk oluncaya kadar titre edildi.

Tulum peyniri:5,1 ml AgNO3 çözeltisi harcandı

%tuz=[(V1-V2)*0,585]/m

V1:Peynir örneği için yapılan titrasyonda harcanan 0,1N AgNO3 miktarı, ml

V2:Tanık çözelti için yapılan titrasyonda harcanan 0,1N AgNO3 miktarı, ml

m:Peynir miktarı

SÜTTE pH ANALİZİ

Deneyin Adı:pH Tayini


Deneyin Amacı:pH metre nin kullanım prensibinin anlaşılması

Deneyin Prensibi: pH tayini ile ortamdaki serbest hidrojen iyonlarının miktarı ve aktivitesi hakkında bilgi edinilir ve bu asitliğe aktuel asitlik denilir.

pH metre:2 adet elektroda bağlanmış voltmetre bulunduran bir aygıt olup, kombine tek elektrot veya cam- kalomel elektrot bulunduran uç kısım, pH değeri bulunacak çözeltiye daldırılarak pH değeri hesaplanır. Elektrotlar;çözeltide bulunan ve hidrojen iyonlarından kaynaklanan pozitif yükleri tespit etme özelliğine sahiptir. Bu yükler, elektrotlarda toplanır ve buradan çok hassas olan potansiyometreye toplanır.Sonuç pH değeri olarak okunur.

Deneyin Yapılışı: pH metre nin ucu örnek süte daldırılarak cihaz çalıştırıldı ve okuma yapıldı.

Deneyin Sonucu:Deney 2 paralel yapıldı ve sonuçlar;

1.-->6,52

2.-->6,52 çıktı.

Buna göre; Elimizdeki örnek “normal taze süt “normlarında çıkmıştır.

ELMA DAN GELEN SAĞLIK:)

ELMA MUCİZESİ


Prostat ve akciğer kanseri riskini azalttığı araştırmalarla desteklenen elma birçok meyve gibi yüksek miktarda C vitaminineeşdeğer olan fenolik bileşenler ve kanser riskini ve DNA hasarını azaltan değerli antioksidanlar içermektedir. Aynı zamanda zengin lif içeriği kalın bağırsak faaliyetlerine yardımcı olmasının yanında kalp hastalıklarında, kilo vermede ve kolesterolün kontrolünde etkilidir. Elmanın içeriğindeki bazı kimyasallar Parkinsonizm ve Alzheimer gibi beyin hastalıkları konusunda da koruyucudur. Çünkü taze elmada bulunan bazı antioksidanlar, beyin hücrelerini oksidatif stresten kaynaklanan nörotoksiditeden korumaktadır. Kabuklu yenmesi daha yararlıdır.

Verdiği enerji 100 gramda 54 kaloridir ve bu enerji yağdan değil, meyve şekeri ve organizma tarafından ağır olarak sindirilen şekerden gelmektedir. Sonuç olarak elmanın besleyici özelliği, bu meyveyi özellikle spor yapanlar için vazgeçilmez yapar. Gerçekten de fiziksel aktiviteler çerçevesinde elmanın içeriğindekiler spor öncesinde, sırasında ve sonrasında organizma üzerinde pozitif etkiler yaratır.Ayrıca;

Ortasına biraz marmelat ekleyip fırında pişirildiğinde, özellikle rejim yapanların tatlı yeme arzusunu giderir

İngiltere'deki Milli Kanser ve tıp Araştır-ma Merkezi'nin 77 yıl vesüren her gün elma yeme alışkan-lığı olan 2 bin kişiyi kapsayan araştırmas elmanın önemli faydasını gözler önüne serdi.British Medical Journal adlı tıp dergisin-de yayınlanan araştırma sonuçlarına görehergün başta elma olmak üzere taze meyveyeme alışkanlığı olanlarda inme (felç) riskiböyle bir alışkanlığı bulunmayanlara oranlayüzde 32 az.Elma yatmadan önce yenirse dişlerin beyaz kalmasını sağlar ve ayrıca yatıştırıcı etkisinden dolayı uykuyu kolaylaştırır, baş ağrısına iyi gelir.

İçinde bulunan mineral tuzlar sayesinde idrar sökücü ve kanı temizleyici özelliğivardır. Ayrıca ürik asite ve romatizmalara karşı güçlendiricidir.

Elma nefesi rahatlatır! İngiliz tıp dergisi Tho-rax'da yayınlanan bir çalışma, haftada en az beş Elma yiyenlerin daha kolay nefes aldığını göstermektedir

YAĞLARDA PEROKSİT SAYISI TAYİNİ





Deneyin Adı:Peroksit Sayısı Tayini

Deneyin Amacı:Peroksit sayısını bularak yağların bozulmuşluğu hakkında fikir edinmekAraç –gereç:Örnek kabı,erlenmayer, büretKimyasal ve çözeltiler:Kloroform,buzlu asetik asit, doymuş potasyum iyodür çözeltisi, sodyum tiyosülfat çözeltisi(0.002N veya 0,01N ayarlı), nişasta çözeltisi

Deneyin Teorisi:Yağlarda bulunan aktif oksijen miktarının ölçüsü peroksit sayısıdır. 1g yağdaki aktif oksijenin mikrogram olarak miktarıdır. Peroksitler yağın oksidasyonu sırasında ortaya çıkan bileşiklerdir.Peroksit sayısıyla yağın bozulmuşluk düzeyi arasında pozitif bir ilişki olması bunun sonucudur.Peroksit değeri belli bir oksidasyon düzeyinden sonra azalabilir, bunun nedeni de peroksitlerin ikincil oksidasyon ürünlerine dönüşmesidir. Yöntemin esası, potasyum iyodürün yağdaki peroksit oksijeni ile okside olarak iyodun serbest hale geçmesi ve bu serbest haldeki iyodun da tiyosülfat ile titre edilerek miktarının bulunmasıdır.

Deneyin yapılışı:Ayçiçeği yağından1,0137gve zeytin yağından 1,0067g tartıldı.Üzerine 10ml kloroform ilave ettikten sonra erlen mayer çalkalanarak yağ çözüldü.Sıra ile 15ml asetik asit ve 1ml potasyum iyodür koyulup erlenmayer kapatıldı ve 5 dk karanlık bir yerde bekletildi.Bu süre sonunda 75 ml su ve 1ml nişasta ilave edilip sodyumtiyosülfat ile titre edildi.

Deneyin Sonucu :Peroksit Sayısı=(V*N)/PV:Harcanan sodyum tiyosülfat(ml)N:Sodyum tiyosülfatın normalitesi:0,01 NP:Alınan örnek miktarıNot:Peroksit sayısı meO2/kg yağ olarak ifade edilmek isteniyorsa bulunan rakam 8’e, mili molekül O2/kgyağ olarak ifade edilmek isteniyorsa 16’ya bölünür.Ayçiçeği:Harcanan sodyum tiyosülfat(ml):5.5 mlPeroksit sayısı =(5,5*0,01)/ 1,0137=0,05425Zeytinyağı:Harcanan sodyum tiyosülfat(ml):4,7 mlPeroksit sayısı =(4,7*0,01)/ 1,0067=0,04668

EMS YÖNTEMİ VE UYGULANIŞI





EMS Yöntemi İle Koliform Tayini
100ml’lik erlene 90ml seyreltik su 10 gr peynir koyuldu ve iyice ezilerek homojenbir görünüm elde edilir. Daha sonra bu örnekten 1 ml alınarak önceden hazırlanmış 9 ml’lik LST içine koyulur. Bu işlem 3 kez ayrı ayrı yapılır ve bu üç LST’den 1/10, 1/100, 1/1000’lik dilüsyonlar yapılır. Hazırlanan bu dilüsyonlar 48 saatlik inkübasyona bırakılır.24 saatlik inkübasyon sonunda gaz çıkışı olan tüplerden seçilerek EC broth besiyerine ekim yapılır ve 24 saatlik inkübasyona bırakıldı.24 saatlik inkübasyon sonunda gaz çıkışı olan tüplerden alınarak EMB agara ekim yapılrı ve 24 saatlik inkübasyona bırakılır. 24saat sonunda eğer E.coli varsa yeşil röfle şeklinde görülür.

BUĞDAYDA YAPILAN ANALİZLER





Deneyin Adı:Bin Tane Ağırlığı



Deneyin Amacı:Buğdayın Un Verimi Hakkında Bilgi EdinmekKullanılan Malzemeler:Terazi, Buğday






DeneyinYapılışı:10gr buğday alındı buğday sayısı sayıldı.







Deneyin Sonucu:10 gr buğday sayıldığında sonuç 266 çıktı.Buna göre:10gr 266 taneX 1000 taneX=37,59 grBin tane ağırlığı hektolitre ağırlığına göre daha güvenilir sonuçlar veren bir deneydir.Türkiye’de genellikle ekmeklik buğdaylarda bin tane ağırlığı 24- 50g arasındadır.Makarnrlık buğdaylarda ise 26-55 g arasında değişmektedir. Bizim bulduğumuz sonuç her iki buğdayda da istenen değeri sağlıyor ancak hektolitre ağırlığıyla karşılaştırıldığında sonuç elimizdeki buğday ekmeklik buğdaylara daha uygun görünüyor.





Deneyin Adı:Sedimentasyon Testi
Deneyin Amacı:Buğdayın Protein ve Kalitesi Hakkında Bilgi Sahibi Olmak

Kullanılan Malzemeler:Terazi,mezür,çalkalama aleti,Brom fenol mavisi,un,laktik asit çözeltisi, kronometre, mezur

Deneyin Teorisi:Bu deney zayıf asit çözeltisinin unun içindeki proteinleri şişirmesi özelliği kullanılarak yapıldı
Deneyin Yapılışı:3,2 gram un tartılıp üzerine 50ml brom fenol mavisi koyularak(mezürde) çözelti mezürün ağzı kapalı olacak şekilde yere paralel çalkalandı. Daha sonra bu çözelti dk ‘da belli bir salınım yapan sedimentasyon test cihazına koyuldu ve cihazda 5dk bekletildi. Daha sonra 25 ml laktik asit çözeltisi eklendi (rxn başladı) ve yine 10dk cihazda bekletildi. Cihazda alınan çözelti 5dk benjde bekletildi ve faz ayrımı görüldü.



Deneyin Adı:Yabancı Madde Tayini

Deneyin Amacı:Buğday Örneği İçerisindeki Yabancı Madde %sini Belirlemek
Kullanılan Malzemeler:Buğday, Tartı
Deneyin Yapılışı:100gr buğday örneği tartıldı ve içerisindeki yabancı maddeler seçildi.
Deneyin Sonucu:Taş- Toprak: %0,33
Başka- Hububat: %1,29
Sap- Çöp: %0,54
Kırık-Cılız buğday tanesi: %1,40
Hastalıklı Tane: %0,44

BİTKİSEL YAĞLAR VE RAFİNASYON

Yağın serüveni ham yağ ile başlar. Yağlı tohumlardan kabuk kırma ve ayırma, pulcuklandırma, presleme, çözücü ekstraksiyonu işlemleri sonucu elde edilen “Ham Yağ”larda trigliseritlerin dışında fosfatidler, sabunlaştırılamayan maddeler (steroller, tokoferoller, hidrokarbonlar vs.), renkli maddeler (klorofil, karoten, gosipol vs.), serbest yağ asitleri, iz metaller, peroksitler, konjuge yağ asitleri, pestisitler, proteinler, aldehitler, ketonlar, trans yağ asitleri, hidrokarbonlar, dimerler, polimerler, steroller, tokoferoller, karotenoidler, klorofil, vitaminler, serbest yağ asitleri, mono ve digliseritler, iz metaller vb. gibi safsızlıklar da bulunur. Bu safsızlıklar arasında yağa özgü doğal minör bileşenler olduğu gibi trigliseritler ve bu doğal bileşenlerden kaynaklanan bozunma ürünleri de bulunmaktadır. Ham yağ içinde bulunan safsızlıkların miktarı ve cinsi bitkilerin yetiştirildiği toprak yapısına ve iklim şartlarına, tohumların depolama şartlarına ve işlenmesine bağlı olarak değişim gösterebilmektedir.Yağların insanların kullanımına sunulabilmeleri yani yağın tüketime uygun özellikler kazanması için bu safsızlıkların dikkatli bir şekilde uzaklaştırılmaları gerekmektedir. Bu ise yağlar rafine edilerek gerçekleştirilir. Rafinasyon işleminde, tüketime engel olan safsızlıklar; yağın trigliserit yapısını bozmadan ve antioksidant (oksidasyonu önleme) görevi yapan ve E vitamininin sentezlendiği öncü moleküller olan doğal tokoferollere zarar vermeden uzaklaştırılmalıdır.


çoğunda en az % 98 oranında trigliserit bulunmaktadır. Trigliserit olarak adlandırılan yağ molekülü, üç yağ asidi molekülünün (R1, R2, R3) gliserol ile birleşiminden (esterleşmesinden) meydana gelir. Değişik yağ asitlerinin bulunması farklı trigliseritlerin oluşmasına ve trigliseritlerin kimyasal özelliklerinin değişmesine neden olur. Öte yandan her yağ çeşidinin kendine özgü bir trigliserit dağılımı vardır. Bitkisel yağlar bunun yanısıra içerdikleri diğer bileşenlerin de etkisiyle karakter açısından farklılık arzederler

Yağlar neden önemli bir besin kaynağıdır? Bilindiği gibi yağlar üç temel gıda arasında (karbonhidratlar, proteinler ve yağlar) en fazla enerjiye sahip olanıdır. Yağlar, yağda eriyen vitaminleri taşıma özellikleri açısından da vazgeçilmez besin kaynaklarımız arasında yer alırlar ve vücudumuzda sentezlenemeyen bazı esansiyel yapı taşlarını içerirler. Bilindiği gibi yağlar, gıdalara lezzet kattıkları gibi unlu mamullerde ve pastacılıkta çok amaçlı olarak kullanılmaktadır. Son olarak yağlar şimdiye kadar bahsedilen besin değerleri ve sağlıkla ilgili faydalarının yanısıra, ısıtma aracı olarak ve gıdaların korunması amacıyla da yaygın olarak kullanılmaktadırlar.

SALMONELLA VE GIDA


Salmonella Salmonella ve e.coli birbirine çok benzer iki mikroorganizmadır. Gr- ,sporsuz ve kapsülsüz,aerob ve fakültatif anaerob bir mikroorganizmadır. Salmonellanın 3tane önemli suşu vardır:* Salmonella typhi* Salmonella typhimirium* Salmonella enteritidis Salmonella enteritidis'in 200'den fazla suşu vardır. Gastroenteritidis hastalığına sebep olur. Bu hastalık 6-24 saatte ortaya çıkar ve yaklaşık 1hafta sürer.Belirtileri;kusma, karın ağrısı,isal ve bazen de ateştir. Karın ağrısı okadar kuvvetli olurki bazen apandisit ile karıştırılabilir.
Tavuk ürünleri özellikle S.enteritidis taşıyan gıdalardır. Bu sebeple özellikle tavuk ürünleri tüketilirken mutlaka ısıl işlem uygulanmalı ayrıca çarpraz kontaminsayon riskini azaltmak amacıyla tavuk yemekleri yapılırken özellikle kullanılan bıçak yıkanmadan başka bir gıda ile temas ettirilmemelidir.Tavuk ürünlerinin yüksek oranda kontaminasyon kaynağı olmasının sebebi bu ürünlerin yüksek protein içerikli gıdalarla beslenmeleridir. Bunun dışında kontaminasyon kesimden sonrada görülür .Salmonella 'nın hayvanın yumurtasınıda kontamine ettiği görülmüştür.
Ayrıca sadece tavuk ürünleri değil süt ürünlerinin de kontaminasyon kaynağı olduğu görülmüştür.S.typhi insan patojenidir ve tifoya sebep olur. Belirtileri ;ateş, karın ağrısı, geçici döküntü, splenomegali ve lökopenidir.Kontaminasyon kaynağı genellikle gıda endüstrisinde çalışan kişilerin taşıyıcı olması ve fazla miktarda yaymasıdır.




ÇİKOLATA




ÇİKOLATA ÜRETİM TEKNOLOJİSİ



Çikolata üretimi, iki farklı üretim metodu ile gerçekleştirilmektedir. Bunlardan birincisi klasik üretim metodu , diğeri ise modern üretim metodudur.· ÇikolatalarÇikolata üretim akım şeması aşağıda verilmiştir.



Klasik metodla çikolata üretimi, karıştırma ( % 90 kakaoyağı kakao kitlesi, süt tozu , pudra şekeri, ) öğütme, konçlama ( kakao yağı , vanilin , lesitin ile sıvılaştırma ) ve ambalajlama aşamalarından meydana gelir. Bitter çikolata üretiminde ürüne süt tozu karıştırılmaz.



Modern çikolata üretim metodu, klasik metodun esnek üretim teknolojisi prensibine göre modifiye edilmişi olup weiner Metodu olarak da bilinmektedir. Bu metodla çikolata üretiminde elde edilen çikolatanın kalitesi sistem operatörüne bağlı olmaktan kurtarılmıştır. Modern çikolata üretim metodunun bir başka avantajı ise çikolata reçetesi ve kullanılan maddelerin özelliğine göre işlem süresinin ayarlanabilir olmasıdır.Çikolata ve kakaolu ürünler 3 grupta toplanabilir.









· Kokolinler

· Fındık ezmeleri



Bu üç grup mamulün temel olarak aynı makine ve teçhizat ile üretimlerinin yapılması mümkün ise de bileşimlerinde kullanılan ham maddelerde bazı farklar vardır. Çikolataların bileşiminde kakao, kakao kitlesi, kakao yağı ve şeker bulunur.



Çeşitlerine göre;· Sütlü çikolatalar,



· Bitter çikolatalar,

· Beyaz çikolatalar



Olmak üzere genellikle üçe ayrılır.



Sütlü çikolatalarda şeker, kakao yağı, kakao kitlesi ve süt tozu , beyaz çikolatalarda şeker süttozu ve / veya kakao yağı, bulunur. Bitter çikolatalar ise süt veya süttozu ihtiva etmezler.



Her üç çeşit çikolatada diğer bileşenlerin farklı olmasına karşılık kakao yağı kullanılan ortak hammadde olup, ürüne çikolata denilmesinin sebebidir.







Kakao Yağının Elde Edilmesi: DOLUM



KAKAO ÇEKİRDEĞİ --> TEMİZLEME VE KURUTMA--> KAVURMA--> KIRMA VE KABUK AYIKLAMA --> ÖĞÜTME --> BUHARLAMA( KAKAO LİKÖRÜNÜN TANKLARA ALINIP ACILIK VEREN MADDELERİN uzaklaşması

--> PRESLEME --> FİLTRASYON (BASINÇ ALTINDA KAKAO YAĞI ELDE EDİLMESİ) --> KAKAO YAĞI --> SOĞUTMA -->



Kakao Tozunun Elde Edilmesi



KAKAO ÇEKİRDEĞİ-->KIRMA-->ÖĞÜTME-->PULVERİZASYON-->ELEME



-->DOLUM-->KAKAO TOZU



Çikolatanın Elde Edilmesi



KARIŞTIRMA ( SÜTTOZU , ŞEKER, KAKAO YAĞI, KAKAO KİTLESİ -->ÖĞÜTME--> KONÇLAMA( LESİTİN, KAKAO YAĞI, VANİLİN )

-->ÇİKOLATA HAMURU>ŞEKİLLENDİRME-->AMBALAJLAMA

FONKSİYONEL GIDA-PROBİYOTİKLER-PREBİYOTİKLER

Gıdalar özellikle şu günlerde sadece lezzet ve besin içeriklerine göre değil, aynı zamanda fonksiyonel yarar sağlayıp sağlamadıklarınea göre de değerlendirilmektedir.




Fonksiyonel gıdalar, temel besleyici özelliği dışında vücutta bir ve ya daha fazla fonksiyonu karşılayan, sağlığı olumlu yönde etkileyen ve herhangi bir hastalık riskini önleyen ya da azaltan gıdalardır. Son günlerde özellikle probiyotik ve prebiyotik içeren gıdalar son derece önem kazanmıştır.







PROBİYOTİKLER



Probiyotik mikroorganizmaların fonksiyonel gıda retiminde kullanılmasının nedeni; sağlık üzerine birçok önemli etkilere sahipolmasıdır.Japonya , probiyotik içerikli ürün üretiminde ve satışında Dünya'da lider konumundadır.Ülkemizde de son zamanlarda probiyotik ve prebiyotik içerikli ürünler marketlerde yerini almıştır.



Probiyotik mikroorganizmaların kullanımı özellikle süt ve süt ürünlerinde yaygın olmakla birlikte, probiyotiklerin vücuda alınması için farklı gıdaşların aşıyıcılığı ile ilgili çalışmalar hız kazanmıştır. Bu gıdalar; yoğurt, kefir, dondurma, peynir, tarhana, meyve uları bebk mamaları sayılabilir. Probiyotik mikroorganizmalar ayrıca. tablet,kapsül vb olarakta pazarlanmaktadır.



İnsan gastrointestinal sistemi oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Bağırsak sistemi mikroflorası, bağırsağın bölgelerine göre farklılık göstermektedir. Fizyolojik olarak bağırsakta bakteriler kendi dengesini korur, ancak bakteriler, enfeksiyonlar, sık yapılan diyetler, dengesiz beslenme, aşırı ilaç kullanımı ve stres bu dengeyi bozabilir. Bunun sonucunda bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla birtakım sağlık sorunları açığa çıkabilir. Bozulan bu dengeyi probiyotik ve prebiyotikler düzenleyebilirler.



Probiyotikler;yeterli miktarda alındığında bağırsak sistemindeki mikrobiyal dengeyi iyileştirerek insan ve hayvan sağlığını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalardır.



Probiiyotik olarak kullanılan bazı mikroorganizmalar;



L.acidophilus, L. casei, L. paracasei, L. reuteri, L. plantarum, B. bifidum' dur.



Probiyotiklerin Başlıca Yararları:Gastro-intestinal infeksiyonları kontrol etme

-

-Antimikrobiyal özellik göstermesi

-Antagonistik aktivite föstermesi

-Böbrek rahatsızlıklarını gidermesi

-Beta-galaktosidaz gibi önemli sindirim enzimlerinin üretimi ile laktoz kullanımını iyileştirmesi

-Serum kolesterol düzeyini azaltması

-Antimutajenik ve antikanserojenik aktivite göstermesi

-Besin öğelerinin biyolojik değerini arttırma

-Vitamin üretimi

-Mineral ve iz elementlerin yararlanımının artırması

Probiyotik bakterilerin bu faydalı özellikleri göstermesi için belirli düzeyde canlı hücrenin vücuda alınması, yeterli miktarda hücrenin canlı olarak bağırsak sistemine ulaşması ve orada yerleşmesi gerekmektedir.Buna göre İnsanların günde 1000000-1000000000 canlı hücre tüketmesi gerektiği belirtilmektedir. Uluslararası sütçülük federasyonu ise sağlık üzerinde olumlu etkiler gösterebilmesi için üründe sonkullanma tarihinde enaz 10000000 kob/g bakterinin aktif olarak bulunması gerekmektedir.

Probiyotiklerin canlılık düzeyinde eklendikleri gıdaların raf ömürleri süresince tüketim anlarına kadar azalmalar olduğu belirtilmektedir.Bunun sebepleri olarak; ürün asitliği depolama süresince asit üretimi, depolama sıcaklığı, üründeki O2 düzeyi, ambalajın O2 geçirgenliği gösterilmektedir.Bunları önlemek için;

-Asit ve tuza dayanıklı suşların seçimi

-O2 geçeigenliği olmayan veya çok az olan ambalaj seçimi

- Askorbik asit ilavesi

-Prebiyotik kullanımı gibi önlemler alınır.



PREBİYOTİKLER

Prebiyotikler, mide ve ince bağrısakta sindirilmeden kalınbağırsağa geçen ve bağırsak florasında bulunan probiyotik mikroorganizmaların gelişimlerini ve aktivitelerini destekleyen gıda bileşenleridir.





-Prebiyotikler uygun miktada tüketildikleri taktirde bağırsak hücrelerinin düzenli çalışmasını sağlarlar ve bağırsak hareketlerini düzenlerler.

- Ca ve Mg emilimini arttırarak kemik metabolizmasını güçlendirir.

- Bağırsak enfeksiyonlarını engeller ya da bu enfeksiyonların iyileşmesini hızlandırırlar.

-Kandaki kolesterol düzeyinin yükselmesine engel olarak damar sertliğine bağlı koroner kalp hastalıkları riskini azaltmaya yardımcı olurlar

-Obezite ve şeker hastalığı riskini azaltırlar.

-Bağırsak kanseri ve kolitte karşı koruyucu rol oynarlar.

-Diş çürüklerini azaltır ve bağırsağı güçlendirir.



Sindirime uğramadan kalınbağırsağa ulaşan herhangi bir gıda potanssiyel prebiyotiktir. Prebiyotik kavramiçinde özellikle sindirilemeyen karbonhidratlarüzerinde önmle durulmakla birlikte, bazı peptitler ve lipidlerde bu gurupta yer almaktadır. Bu gıdalar bağırsakta bulunan probiyotik bakteriler tarafından fermente edilirler. Prebiyotik özelliğe sahip en öenmli gıda bileşenleri arasında;

-Fruktooligosakkaritler( FOS)

- İnülin

-Glukooligosakkaritler

-Galaktooligosakkaritler

- Ksilooligosakkariteler

-İzomaltooligosakkaritler

-Gentiooligosakkaritler

-Laktuloz

-Laktosükroz

-Polidekstroz

-Raffinoz

-Dirençli nişasta sayılabilir.

Prebiyotikler sebze, meyve ve tahılların yapısında bulunur.ve bu kaynaklardan çeşitli extraksiyon işlemleri ve hidroliz yolu ile elde edilebilir. Fonksiyonel gıdalarda yaygın bir şekilde kullanılan ve ençok bilinen prebiyotiklerden olan inülin ve FOS hindibaa, yer elması, soğan, sarımsak, muz, pırasa, kuşkonmaz ve bezelyede bulunduğu bilinmektedir.Ayrıca buğday arpa ve çavdar gibi bazı tahıllarda FOS içermektedir.Bu kaynaklarda inülinin eldesi ekstraksiyon yoluyla sağlanmaktadır. FOSlar ise sukroz' dan ya da inülinden enzimatik hidroliz yoluyla elde edilmektedir.

Galaktooliosakkaitlerin başlıca kaynağı süttür.

Maltooligosakkaritler, izomaltooligosakkaritler ve gentioligosakkaritler ise nişastadan çeşitli enzimatik proseslerle elde edilmektedirler.

Soya oligosakkaritleri de soya sütünden ekstraksiyon yoluyla elde edilen bir prebiyotiktir.



SİMBİYOTİKLER



Simbiyotik ; probiyotik mikroorganizma ve prebiyotik kombinasyonu şeklinde tanımlanır. Simbiyotikle, sinerjist etki yaratarak bağırsak mikroflorasında istenen mikrobiyal kombinasyonun korunmasına yardımcı olur.

AZ YAĞLI PEYNİR (LOW FAT CHEESE)

peynir
1. DÜŞÜK YAĞLI PEYNİR ÜRETİMİNDE KALİTEYİ İYİLEŞTİRİCİ UYGULAMALAR
Son yıllarda dünyada ki düşük yağlı peynir üretimi hızlı bir şekilde artmıştır. Peynirde yağ oranının azaltılması, duyusal, yapısal ve fonksiyonel bazı kusurlara neden olmaktadır. Bu nedenle araştırmalar az yağlı peynirlerin kalitesinin iyileştirilmesi yönünde artmıştır. Düşük yağlı peynirlerde kalitenin iyileştirilmesine yönelik yapılan uygulamalar, üretim tekniğinin modifiye edilmesi, starter kültür, yardımcı kültür, enzim ve yağ ikame maddeleri kullanılmasıdır . Peynirler çeşitli özelliklerine göre gruplandırılabilir. Gruplandırmada peynirin kıvamı, olgunlaşma durumu, yağ derecesi esas alındığı gibi hammaddenin çeşidi tuz ve tuzlama şekli ve yapıldığı yöreler de göz önüne alınmaktadır .
1.1. Peynirde Yağ−Kalite İlişkisi
Peynirin içerdiği yağ sadece beslenme açısından değil, peynir aroması, yapısı ve tat karakteristikleri üzerinde de önemli etkilere sahiptir. Yapılan araştırmalar düşük yağlı peynirlerin tam yağlı peynirlere göre daha zayıf aromaya, istenmeyen tada (acılık) ve daha sert yapıya sahip olduğunu göstermiştir. Az yağlı peynirlerde, yüksek nem ve düşük tuz içeriği sebebiyle olgunlaşmanın ilk dönemlerinde acılık görülebilmektedir. Peynirdeki yüksek nem miktarı ve tuz miktarının düşük olması sebebiyle bu tip peynirlerde kullanılan starter bakteriler acılık geliştirmesine ve aşırı proteolize neden olmaktadır. Bu durumun uygun tip ve miktarda starter kullanılması ve peynirin nem ve tuz miktarının uygun düzeyde tutulması ile önlenebileceği belirtilmektedir. Peynirin tuz miktarının arttırılması ile mikrobiyal aktivitenin azaltılması ile düşük yağlı peynirlerde acılaşmayı azaltmak mümkün olmasına karşın, peynirdeki tuz miktarının arttırılması ile peynirlerin daha sert bir yapı alabileceği belirtilmiştir. Peynirlerin olgunlaşması sırasında lipaz aktivitesi sonucu süt yağının içerdiği kısa zincirli yağ asitleri ortaya çıkmaktadır. Peynirin yağ içeriği düştükçe bu yağ asitlerinin miktarları da azalır ve aroma eksikliği algılanır. Peynir dokusunu oluşturan kazein-kalsiyum fosfat bağı çapraz olarak bağlanmıştır. Yağ globülleri bu yapı içerisinde hapsedilmiştir. Olgunlaşmamış peynirlerde kazein henüz parçalanmadığı için yapı elastik bir haldedir. Olgunlaşma ilerledikçe bu elastikiyet kaybolmakta ve peynir dokusu zayıf ve yumuşak bir hal almaktadır. Yağ globullerinin dağılımı, sayısı ve kazein matriksindeki çapraz bağlanma derecesi dokunun homojenitesini oluşturmaktadır. Yağ globullerinin sayısı çok az olduğu için düşük yağlı peynirlerde yapı sert, elastiki ve kuru olmaktadır .
1.2. Yağı Azaltılmış Peynirlerin Özellikleri
İçerdiği yağ miktarı tam yağlı çeşitten daha düşük olan peynirler genellikle az yağlı peynirler olarak bilinir. Bu tür peynirlerin çeşitli bileşenlerinin dengesi, tam yağlı peynirlere göre önemli ölçüde farklıdır. Yağ içeriği azaldıkça nem içeriği artar ve protein tekstür gelişiminde önemli bir rol oynar. Bunu engellemenin yolu, yağsız peynir kitlesindeki su oranını (MNFS) tam yağlı peynirdekine eşitlemektir. Sonuç olarak, peynirin su fazındaki tuz içeriği düşürülmelidir. Mikroçevredeki bu değişim, peynirin hem fonksiyonel ve duyusal özelliklerinde, hem de mikrobiyolojisi ve biyokimyasında değişimler meydana getirir. Yağ miktarı azaldıkça bu değişimler daha da artar.
Başarılı bir şekilde az yağlı peynir üretmek için, yağın üretilen peynirdeki fonksiyonelliğinin yanı sıra, peynir imalatı sırasında oynadığı rolü de anlamak ve iyi bilmek gerekir. Başlangıçta, süte peynir mayası ilave edildiğinde ve kazein miselleri stabilitesini yitirdiğinde, proteinler hidrofobik etkileşimler ve iyonik çevredeki değişimlerin kombine etkisi altında birleşirler. Proteinlerin birleşmesi, jel ağının daralmasına ve pıhtıdan peynir suyunun ayrılmasına neden olur. Süt yağı bu işlemde önemli bir rol oynar. Çünkü süt yağı globüllerini çevreleyen membran, çevredeki protein matriksine hidrofilik bir yüzey sağlar ve proteinlerin tamamen birleşmesini önleyen, etkileşime girmeyen bir dolgu maddesi olarak görev yapar. Bu durum, pıhtı matriksi içerisinde yağ globülleriyle birlikte dağılım gösteren serum havuzlarının oluşumuna neden olur. Peynirin yağ içeriği azaltılırsa, bu serum havuzlarının sayısı azalır ve peynirin su/protein oranı düşer. Az yağlı Mozzarella peynirinde yağ globüllerinin daha az sayıda olmasının, pıhtı ısıtılırken ve haşlanırken kazein liflerinin daha fazla birleşmesine olanak sağladığı belirtilmektedir. Bu işlem pıhtıda küçülmeye yol açmakta, böylece pıhtıda serumun tutulması için daha az boşluk kalmaktadır. Sonuç olarak, daha fazla sinerez meydana gelmekte ve peynir suyu ayrılmaktadır. Böyle az yağlı peynirler sert, kauçuk benzeri bir yapıda olma eğilimindedirler ve zayıf uzama özelliklerine sahiptirler.
Peynirde tekstür gelişiminin sebebi, olgunlaşma sırasında αs1 kazeinin parçalanmasıdır. Ayrıca, süt yağı normalde peynirin kazein matriksi içerisinde eşit şekilde dağılarak, tam yağlı peynire tipik pürüzsüzlüğü sağlar. Yağın uzaklaştırılmasıyla, kazein tekstür gelişiminde daha büyük rol oynar. Az yağlı çeşitlerde kazein uzaklaşması yetersizdir ve peynir nisbeten sıkı bir tekstüre sahiptir. Hidroliz düzeyi, peynirin su ve tuz içeriğine bağlıdır. Normalde az yağlı peynir üretiminde uygulanan daha yüksek pH ‘da peynir suyunun süzülmesi ve daha düşük ısıtma sıcaklıkları, peynirde daha az rennin kalmasına ve daha düşük plazmin aktivitesine yol açar. Bu durum, olgunlaşma sırasında daha düşük protein parçalanma düzeyinin kısmi nedenidir. Bu üretim koşulları ayrıca, peynire sertlik veren kalsiyumun peynirde nisbeten daha fazla tutulmasına sebep olur. Az yağlı peynir üretimine yönelik çalışmalar, geleneksel yöntemlerle yapılan bu tip ürünlerin aşırı sıkı ve elastik veya kalsiyum laktatın kristalizasyonu nedeni ile bozulmuş bir tekstüre sahip olduğunu göstermiştir. Yağ içeriği azaltılmış peynirler genellikle birim kesit alanına düşen yapısal matriksin daha büyük olması nedeniyle aşırı kuru yapıdadır. Peynirin yağ içeriğinin azaltılması ile tekstür ve reolojiyi belirleyen temel parametrelerde değişir. Örneğin az yağlı Cheddar ve Mozzarella peynirleri üzerinde yapılan çalışmalar mikro yapıda meydana gelen değişimler nedeniyle, elastikiyet (springiness) ve sertlik değerlerinin, tam yağlı peynirden daha yüksek, yapışkanlık (cohesiveness) ise daha düşük çıktığını göstermiştir. Ayrıca, yağı azaltılmış Cheddar ve Mozzarella peynirlerinde viskoelastisite de bir artış elde edilmiştir.
Olgunlaştırılmış az yağlı peynirler genellikle çeşide özgü olmayan lezzete sahiptir. Araştırmalar geleneksel yöntemlerle yapılan az yağlı peynirlerin, zayıf aroma ve istenmeyen lezzet (et lezzeti veya acı tad) sergilediğini göstermiştir. Az yağlı Cheddar penirinde lezzet eksikliği ve dengesizliği, bütanoik ve hegzanoik asit gibi yağ asitlerinin ve metil ketonların düzeylerinin düşük olmasıyla ilişkilendirilmektedir. Çiğneme sırasında peynirden lezzet bileşiklerinin açığa çıkma hızındaki farklılıkta lezzet algısında bir faktördür.
Örneğin 2-bütanon ve 2-heptanon, yağı azaltılmış peynirlerde daha yüksek oranda açığa çıkar. Bu nedenle toplam lezzet algısı farklıdır. Lezzet eksikliğinde diğer bir faktör, starter bakteri hücreleri ile süt yağı globülleri arasındaki etkileşimdir.. Süt yağının lezzete bir diğer katkısıda, apolar fonksiyonel özelliklerinden birisi olan lezzet maddelerini taşıma kapasitesidir .
Peynir randımanının düşük olması az yağlı peynirlerin diğer bir özelliğidir. Her nekadar peynirden uzaklaştırılan yağ, su ile ikame edilsede, uzaklaştırılan toplam yağ miktarı eklenen su miktarına eşit olmadığından randıman daha düşüktür.

PEKMEZ




Pekmez evapore edilmiş ve raf ömrü uzatılmış üzüm(vitis vinifera) veya diğer dutgiller (beriler) ve meyve şuruplarının formülüdür. Evapore edilmiş üzüm şurubu pekmezi çok eskiden beri değişik üzüm çeşitleri kullanılarak Anadolu'nun birçok bölgesinde geleneksel ve endüstriyel olarak üretilmektedir. Pekmez düşük ısı evapore işlemi basamaklarıyla üretilir, viskoz sıvı ve katı formlarda ticari olarak satılır ve çok yaygın tüketilir.

üzüm pekmezi içerdiği besin öğeleri, kalori değerleri ve aroma bileşenleri ile karbonhidratlar, dengelenmiş fruktoz ve glukoz doğal şeker profili, demir ve kalsiyum profili, antioksidan ajanları, vitaminler mineraller ve proteinlerden dolayı tüm yaşlar için en iyi besin diyeti kaynağıdır.

Üzüm pekmezi bileşenleri, üzüm çeşitleri ve geleneksel ve endüstriyel üretim yöntemlerinden dolayı değişim gösterir.Kaydedilmiş ortalama üzüm pekmezi bileşenleri şöyledir: Toplam kuru madde%71,9 - 84,4;toplam karbonhidrat %66; toplam protein 0,6/100g, doğal şeker enerji miktarı 257-293kkal/100g, toplam şeker 49,8- 76,8; kalsiyum 206-500 mg/100g; sodyum 25,4-83,2 mg/100g; mangan 11,03-68,31mg/100g; potasyum 1470mg/100g; magnezyum 140mg/100g demir 2,62-16,30mg/100g; bakır 0,290,94mg/100g; çinko0,18-0,74mg/100g tiamin 0,04mg/100g riboflavin 0,15mg/100g, niacin 1,4mg/100g.

Üzüm pekmezi göreceli miktarda ve çok sayıda D-Amino asit içermektedir.

Pekmezin sıvı yoğunlaştırılmış formu en az toplam %65 kristal ve çözünebilir katı madde içerir. Pekmezin viskozitesi, derişim arttıkça ve sıcaklık düştükçe artmaktadır. Katı pekmez geleneksel ve endüstriyel olarak, pekmezin sıvı formuna bazı jelleştirme ve ağartma yardımcıları eklenerek üretilmektedir.Pekmezin rengi; konsantrasyon, ağartma ajanları ve karıştırma oranı gibi...proses durumlarına bağlı olarak koyu kahverengiden beyaza doğru değişmektedir.

MADDELER VE YÖNTEMLER

Maddeler

Bu çalışmada, geleneksel ve endüstriyel yöntemlerle üretilen pekmez kullanılmıştır.

Kabarcık üzümü, Karagöz Afşin, Kahramanmaraş bölgesi gibi birçok Anadolu bölgesinde üzüm pekmezi yapımında en yaygın olarak kullanılan beya, yuvarlak ve çok tatlı olan Vitis Vinifera türündendir.

Pekmezin sulandırılmasında kullanılan su filtre edilmiş ve soğutulmuştur. Çeşitli ticari içecek katkıları pekmez alkolsüz içeceklerin formülize edilmesinde kullanılmıştır. Şeker katkısı olarak hiçbir şeker miktarı kullanılmamıştır.Pekmez şuruplarının karbonatlanması için basınçlı ticari karbondioksit kullanılmıştır. Özel tasarlanmış soda membası karbonator cihazı olarak kullanılmıştır.



Yöntemler

%5, %7.5 and %10 pekmez çözeltileri filtre edilmiş su ile karıştırılarak hazırlanmış ve üç kısma bölünmüştür. Birinci kısım kafein(15g/l) katkı maddesi katılarak Pekmez Cola formülasyonu için kullanılmış ikinci kısım Pekmez Limon formülasyonu için limon aroması ilave edilerek yapılmış ve üçüncü kısım da hiçbir katkı maddesi ilave etmeden Pekmez Gazoz hazırlanmasında kullanılmıştır.Pekmez mtarı, kafein ve limon aroma alkolsüz içecekler düzenlemelerine göre hazırlanmıştır. Üç adet hazırlanan pekmez çözeltilerinin hepsi pekmez içecek yapmak üzere karboatlanmıtır.

Pekmez çözeltileri hazırlamak için kullanılan su, içme suyu filtre ünitesinden geçirilerek filtre edilmiştir. Tam doygunluk sağlamak için pekmez çözeltileri buz parçaları ve soğutucu kullanılarak soğtulmuştur( Le Chatelier kuralı ,Henry kanunu).

Bsınçlı ticari karbondioksit tüpleri karbondioksit kaynağı olarak kullanılmıtır Basnç düzenleyici bir regülatör tüp'ün çıkışına monte edilerek, tüp içindeki gaz'ın kontrollü ve uygun basınca düşürülmesinde kullanılmıştır.

Pekmez çözeltilerinin karbonatlanması, kesikli tip soda membası karbonatöründe değişik derişimlerde hazırlanmış ve soğutulmuş pekmez çözeltileri içinde ticari karbondioksiti çözerek gerçekleştirilmiştir.

REÇELDE MEYVE ORANI








a)Deneyin Yapılışı

Net ağırlığı 500 g a kadar olan reçel numunelerinden içeriğin tamamı 500 g den fazla olan numunelerde ise iyice karıştırılarak 500 g numune alınır. Örnek 1 litrelik behere aktarılır. Üzerinde reçel ağırlığı kadar damıtık su ilave edilerek meyve parçaları zedelenmeyecek şekilde karıştırılır. Karışım 5 dakika beklemeye bırakılır.Bu sürenin sonunda karışım gözenek açıklığı 1mm olan elekten süzülür.5 dakika sonra elek üzrindeki madde miktarı tartılır.(M2)



b)Hesaplamalar

Meyve oranı(%)=(M2*F)*100/M1

M1= Deney için alınan numune miktarı

M2= elek üzerindeki numune miktarı

F=Düzeltme faktörü (vişne,çilek,kayısı, erik için 105; ayva için 0,9)

YAĞLARDA SABUNLAŞMA SAYISI

01)Yöntemin Prensibi


1 g yağın sabunlaşması için gerekli olan potasyum hidroksitin mg olarak ağırlığının bulunması ilkesine dayanır.



02)Kullanılan Kimyasallar

0,5 N etanollü potasyum hidroksit çözeltisi

Ayarlı 0,5 N hidroklorik asit çözeltisi (HCl)

%1’lik fenolftalein çözeltisi



03)Deneyin Yapılışı



Ağzı rodajlı balon içerisine 2 g örnek tartılarak üzerine 25 mL etanollü potasyum hidroksit çözeltisi eklenir. Balon geri soğutucuya bağlanır. Ara sıra karıştırılarak bir saat geri soğutucu altında tutulur. Geri soğutucudan ayrılan balonun içerisine 2-3 damla fenolftalein indikatörü damlatılarak ayarlı hidroklorik asit çözeltisi ile renksiz çözelti elde edilene kadar titre edilir.



Şahit deneme için aynı deney bir de örnek koyulmadan sadece etanollü potasyum hidroksit ile yapılır.



04)Hesaplamalar



Sabunlaşma Sayısı= [( V2-V1) x N x 56,1] / m



V2 = Şahit deney için harcanan hidroklorik asit çözeltisi hacmi mL

V1 = Deney numunesi için harcanan hidroklorik asit çözeltisi hacmi mL

N = Ayarlı hidroklorik asit çözeltisi derişimi

m = Alına

POLENSKE SAYISI TAYİNİ



a)Yöntemin Prensibi
5 g deney numunesindeki su buharı ile uçan, suda erimeyen, alkolde eritilen yağ asitlerinin (kapril, kaprin, lavrin) 0.1 N NaOH ile titrasyonuna dayanır.



b)Kullanılan Kimyasallar

%90'lık nötr alkol

%1'lik fenolftalein çözeltisi (%95'lik etonolde hazırlanmış)

0.1 N Ayarlı sodyum hidroksit çözeltisi (CH3COOH)

%10'luk kalsiyum klorür çözeltisi :10 g kalsiyum klorür (Mrck 1.02382) bir miktar saf suda çözülerek son hacim 100 mL 'ye tamamlanır.



c)Deneyin Yapılışı



Reichert Meissl sayısı deneyinden arta kalan 10 mL destilant yine bu deneyde kullanılan süzgeç kağıdından süzülür. 300 mL'lik destilant balonu , buna bağlı olan cam boru , soğutucu ve destilantın toplandığı balonjoje 15 'er mL 'lik saf su ile 3 defa yıkanarak aynı süzgeç kağıdından süzülür. Su ile yıkanan bütün parçalar 15 mL 'lik alkol ile 3 kere yıkanarak aynı süzgeç kağıdından süzülür. Alkolle yıkama sırasında cam kaplar ve süzgeç kağıdındaki suda erimeyen yağ asitleri alkolde eritilmiş olur. Temiz bir erlende toplanmış olan süzüntülerin üzerine(10 mL+45mL=100mL) bir kaç damla fenolftalein koyularak 30 saniye kalıcı pembe renk elde edilene kadar 0.1 N NaOH çözeltisi ile titre edilir.Harcanan NaOH çözeltisinin hacmi kaydedilir.



d)Hesaplamalar



polenske sayısı= V(ml)

V=Titrasyonda harcanan NaOH çözeltisinin hacmi (ml)

REÇELLERDE PEKTİN ARANMASI




a)Yöntemin Prensibi

Bu yöntem reçellerde pektin tayininde kullanılır.Pektin,kalsiyum pektat haline dönüştürüldükten sonra gravimetrik olarak hesaplanır.

b.Kullanılan Kimyasallar

&95 lik etanol

0.02N sodyum hidroksit çözeltisi (NaOH)

0.1 M asetik asit çözeltisi



c)Deneyin Yapılışı

500 mL'lik behere homojen hale getirilmiş 50 g reçel numunesi tartılır ve biraz sıcak su ilave edilere kaynayıncaya kadar su banyosunda bekletilir. Üzerine %95'lik sıcak etanol eklenerek çalkalanır. Jelatin parçacıkları görünmeyene kadar yaklaşık 2 saat 50°C de bekletilir. Çözelti kaba süzgeç kağıdından süzülür.Kalıntıdaki pektin kaynar su ile çözüldükten sonra tekrar süzülür, soğutulur. Süzüntü üzerine bir miktar0.02 M sodyum hidroksit çözeltisi ilave edilir ve çözelti 1 saat kendi haline bırakılır.

Üzerine 0.1 M asetik asit ve 20 mL %10'luk kalsiyum klorür çözeltileri katılarak 1 saat tekrar bekletilit.Bekleyen çözelti kaynatılır ve darası alınmış süzgeç kağıdından süzülür. Jelatin oluşturucu partiküller sıcak su ile yıkanır ve behere geri koyulur.Daha sonra 200mL su ile kaynatılır.

Aynı süzgeç kağıdından tekrar süzülür. Çökelek önce sıcak saf su ile, daha sonra asetik asit çözeltisi ile ve tekrar saf su ile yıkanırSüzgeç kağıdı etüvde kurutulur, desikatöre alınarak soğutulur ve tartım alınır.(M2)



d)Hesaplamalar

Sonuç kalsiyum pektat cinsinden hesaplanır.



%kalsiyum pektat=(M2-M1)*100/m

M2=süzgeç kağıdı+ örnek ağırlığı

M1=süzgeç kağıdının ağırlığı

m=alınan numune ağırlığı

Temizleme Seperatörü (Klarifikatör)

Klarifikasyon süt işlemede ilk işlem basamağıdır. Ilk olarak kaba süzgeçlerden geçirilen süt görünen kirlerden arındırılır. Daha sonra temizleme seperatörlerine gönderilir. Klarifikasyon işleminin amacı, sütten lökositleri, hücre ve epitel parçalarını, kirmaddelerini uzaklaştırmaktır. Bu işlem, klarifikatör adı verilen santrifujlü temizlemeseparatörlerinde ve standart süt separatörlerinde yapılır.

KREMA SEPERATÖRÜ

Seperasyon işlemi ile yağ ayarlanır. Sütün yaklaşık % 3,5 olan yağ oranının düşürülmesi için separasyon işlemi uygulanır. Sütün yağı krema separatörlerinden geçirilerek ayrılır ve çeşitli yöntemler kullanılarak yağ standardizasyonu sağlanır.

E.coli TAYİNİ

E.Coli Tayini: E.coli tayini için yayma plaka yöntemi ile Endo agara ekim yapılır. Bunun için; 100 ml’lik erlen içine sıvı örnekler için(ayran)10ml, katı örnekler için(çeşitli peynirler) 10gr koyulur ve homojen olana kadar karıştırılır(tüm bu işlemler steril koşullarda yapılır.).Bu örneklerde 1/10,1/100’lük dilüsyonlar hazırlanır ve endo agara ekim yapılır. 48 saatlik inkübasyon sonunda E.coli olup olmadığına bakılır.

KONYA KÖY PEYNİRİ

Konya Köy Peyniri: Konya Köy peynirine gidecek olan süt fabrikaya geldiğinde ilk olarak numunesi alınır ve PH, SH, antibiyotik, yağ analizleri yapılır. Bu analizler dikkate alınarak fabrikaya alınan süt ön temizleme ile sap, çöp vs. den arındırılır. Burdan temizleme seperatörüne giden sütün yapısındaki lökositler, hücre ve epitel parçaları uzaklaştırılır. Çiğ süt tankına alınan sütün PH, SH’ı ayarlanır ve yağına bakılır. 83 °C ‘de pastörize olan süt holderda 8 dk’a, cidarlı kazanda 10dk’a dinlendirilir ve 36 °C ‘de beyaz peynir bölümüne gönderilir. 36 °C Konya köy peyniri için mayalama sıcaklığıdır, bu sıcaklıkta gelen süte ilk olarak kültür, daha sonra CaCl2 ve pH 6,4- 6,5’te maya (rennet enzimi) eklenir. Mayalamadan sonra oluşan teleme bu peynire özel bezlere dökülür ve sıkılıp baskıya alınır. Baskıda yeteri kadar bekleyen peynir %14’lük salamurada bekletilir ve bezler açılır. Bezden çıkarılan peynir kesilip paketlenir.

KATKI OLARAK FOSFATLAR

Fosfatlar


Eritme peyniri, olgulaştırılmış, bekletilmiş peynirlere su, emülsülüye edici tuzlar, renk ve lezzet maddeleri ilave edilerek üretilir. Fosfatlar bu sistemlerde, yağ ile protein-su matriksinin emülsiyona yardımcı olmak ve son ürünün üniform tat ve kokusunu, yumuşadığı zaman yağın peynirden ayrılmamasını sağlamak için kullanılır.

GIDALARDA GLUTEN TAYİNİ

1) Yaş Gluten Tayini

1.a) Yöntemin Prensibi

Buğdayda bulunan depo proteinine gluten denir. Gluten fermantasyon sırasında maya tarafından üretilen CO2 gazının tutulmasını ve yüksek hacimli ekmek oluşumunu sağlar.

Yöntem unun seyreltik tuz çözeltisi ile yıkanarak geriye kalan çözünmeyen kısmın (glutenin) tespit edilmesi ilkesine dayanır.

1.b) Kullanılan Kimyasallar

Sodyum Klorür (NaCl)

Sodyum hidrojen fosfat (NaHPO4.2H2O)

Potasyum dihidrojen fosfat (KH2PO4)

N/1000’lik iyot çözeltisi: 0.127 g I2 ve 0,381 g KI suda çözülerek 1 L’ ye tamamlanır.



Yıkama Çözeltisinin Hazırlanması: 20 g NaCl suda çözülerek pH’sı 5,95’e ayarlanır. Üzerine 0,754 g KH2PO4 ve 0,246 gNaHPO4.2H2O ilave edilerek çözeltinin son hacmi 1 L’ye tamamlanır.


1.c) Deneyin Yapılışı
Örneğimiz buğday ise kırma değirmeninde öğütülerek 1 mm’ lik elekten geçirilmesi gerekir. Havan içerisine, 10 g un veya kırma örneğinden tartılır. Üzerine 5,5 mL yıkama çözeltisi yavaşça eklenerek karışım yoğurulur. Bu işlem sırasında hamur parçacıklarının hiçbir yere yapışmamasına dikkat edilir. Akış hızı 75 mL/dak olacak şekilde ayarlanan ayırma hunisinin içerisine 20 ºC’daki yıkama çözeltisi koyulur. Yıkama yapılacak yerin altına elek yerleştirilir. Elde edilen hamur üç parmak arasında tutularak yassı şekil verilerek nişasta tamamen uzaklaştırılana kadar yıkama çözeltisi ile yıkanır. Yıkama süresi yaklaşık 8 dakikadır. Daha sonra yaş gluten musluk suyu altında 2 dakika yıkanır. Hamurdan damlayan suya nişasta çözeltisi eklenerek nişasta kalıp kalmadığı kontrol edilir. Fazla suyun giderilmesi için yaş gluten iki cam levha arasına sıkıştırılarak tartım alınır (m1).
1.d) Hesaplamalar
% Yaş Gluten = (m1/ m)x 100
m1 = Son alınan tartım

m = Alınan örnek miktarı
1.e) Kullanılan Malzemeler
Sodyum Klorür

Sodyum hidrojen fosfat

Potasyum dihidrojen fosfat

Iyod

Potasyum Iyodür

Havan

Elek

Analitik Terazi

Ayırma Hunisi

Cam levha

2) Kuru Gluten Tayini

2.a) Yöntemin Prensibi
Yaş glutenin kurutulması ile elde edilir.
2.b) Deneyin Yapılışı
105 ºC’da sabit tartıma getirilmiş petrilerin içerisine yaş gluten ince tabaka halinde yayılır. Petriler 105ºC’a ayarlı etüvün içerisine yerleştirilerek 24 saat bekletilir. Daha sonra desikatöre alınarak oda sıcaklığına kadar soğuması beklendikten sonra tartım alınır (m1).
2.c)Hesaplamalar
% Kuru Gluten = (m1/ m)x 100
m1 = Son alınan tartım

m = Alınan örnek miktarı

Genelde kuru gluten miktarı yaş gluten miktarının 1/3’ü kadardır.
2.d) Kullanılan Malzemeler
Etüv

Analitik Terazi

Petri

Desikatör

Stabilizatör

Stabilizatörler, gıda maddelerinin üretiminde istenilen yapıyı oluşturmak, belli bir yapıyı korumak veya iyileştirmek amacıyla kullanılmaktadırlar. Stabilizatörler bu fonksiyonlarını gıdanın farklı fazları arasına girerek yerine getirirler.

Lipoksigenaz

Bu enzim ve aynı grup içinde incelenen lipoksidazın gıdalar üzerinde istenen ve istenmeyen yönde değişikjlikler yarartan bazı etkileri vardır. Lipoksigenaz buğday ve soya fasülyesi ununda karatenoidleri etkileyerek ağarmaya neden olur. Bu durum beyaz ekmek üretiminde istenmesine karşılık makarna üretiminde istenmez. Bu enzimin diğer yararlı işlevi ise, hamur hazılama sırasında glutende disülfit bağlarının oluşmasını sağlamasıdır. Disülfit bağlarının oluşması, ortama kimyasal oksidan bir madde eklenmesi gerekinimini ortadan kaldırır . Lipoksigenaz, gıdalarda klorofil ve karatonleri parçalayarak istenmeyen renk değişimlerine neden olabilmektedir. Bunu dışında gıdalarda oksidatif tat ve aroma bozulmalarına, vitaminler ve proteinlerde oksidatif parçalanmalara ve oleik asit dışındaki elzem yağ asitlerinin oksidasyonuna yol açabilmektedir.



Amilaz

Bu enzimler bir homopolisakkarit olan nişastayı değişik şekillerde hidrolize etmektedirler. Nişasta bulunduğu gıdanın viskozite ve yapısını etkileyen önemli bir maddedir. Bu nedenle de nişastanın hidrolizi bulunduğu gıdanın tekstürel kalitesi açısından önemli bir etken durumundadır. Amilazlar hayvansal, bitkisel veya mikroorganizma kaynaklı olabilmektedir. Nişastayı farklı tarzlarda parçalayan üç temel amilaz çeşidi vardır. Alfa amilaz, beta amilaz ve glikoamilzadır.

Alfa amilaz bir endoenzimdir ve nişasta molekülünün iç kısımlarındaki alfa-1,4-glikozidik bağlarını gelişigüzel olarak hidrolize etmektedir. Bu enzim nişastanın yanı sıra glikojen ve siklodekstrinleri de aynı bağ üzerinden hidrolize edebilmektedir.

Nişasta  Dekstrinler + Maltoz

Beta amilaz, bir exzoenzimdir ve nişastayı indirgen olmayan uç kısımlarından maltoz ünitelerine ayıracak şekilde alfa-1,4-glikozidik bağlar üzerinden hidrolize eder. Hidroliz sonucunda oluşan temel ürün Beta maltozdur.

Glikoamilazlar, genel olarak funguslar tarafından oluşturulmaktadır. Bu enzimler nişastayı indirgen olmayan uçlarından glikoz ünitelerine ardışık bir şekilde hidrolize etmektedirler. Oluşan temel ürün glukozdur ve glukozun tatlılık derecesi yüksek olduğundan glukoamilazlar sakkorajenik enzimler grubu içinde incelenir.

Nişasta  Glukoz

Amilazların en yaygın kullanıldığı gıda endüstri alanları ekmekçilik, tatlı şurup üretimi ve bira üretimidir.

Polifenoloksidaz

Polifenoloksidaz (PPO) doğada yaygın olarak bulunan bir enzimdir. Sebze ve meyvelerde bulunmasının yanı sıra, bazı hayvan organlarında ve mikroorganizmalarda da bulunur. Meyvelerin, sebzelerin ve kabuklu deniz hayvanlarının endüstriyel hazırlanmaları sırasında, PPO’nın katalitik etkisi sonucu enzimatik esmerleşme olur. Bu durum, ürünün sadece görünüş ve tadını bozmakla kalmayıp, onun besleyici değerini de düşürür.

Polifenoloksidaz iki temel reaksiyonu katalizler: hidroksilasyon ve oksidasyon. Her iki reaksiyon da moleküler oksijen (hava) kullanır. Reaksiyon yalnız hava varlığına bağlı değildir, aynı zamanda pH'ya (asidite) bağlıdır. Reaksiyon asidik ortamda (pH <5) yada bazik ortamda (pH >8) gerçekleşmez.

Enzimatik esmerleşmedan korunma :Esmerleşmeyi kontrol etmek gıda endüstrisindeki en önemli sorunlardan biridir, gıda endüstrisinde en önemli noktalardan biri renktir, tüketicinin kararını etkileyen önemli niteliktir ve kahverengi gıdalar (özellikle meyveler) bozuk görünür.

Enzimatik esmerleşmeyi önlemek için çeşitli metodlar uygulanabilir, bunlar enzimi inaktif etmeye (ısı) yada gerekli bileşenleri (oksijen) üründen uzaklaştırmaya dayanır.



Proteaz

Proteinlerin parçalanmasından sorumlu enzim grubudur. Proteazlar veya peptidazlar peptid bağlarının yıkımını katalizler. Katalitik mekanizmalarına göre 5 ana sınıfa ayrılırlar; serin, treonin, sistein, aspartat ve metallo proteazlar

ANTiOKSiDAN AKTiViTE TAYiN YÖNTEMLERi

•Oksijen Radikali Absorbans Kapasitesi (,) Yöntemi


•Trolox Esdegeri Antioksidan Kapasite (TEAC) Yöntemi

•Toplam Fenolik Madde Tayini•MDA Olusumunun İnhibisyonu Yöntemi

•indirgeme Kuvveti (FRAP Yöntemi)

•Tiyosiyanat Metodu

•Floresans Sönme Zamanı Metodu ile Antioksidan Aktivite Tayini

•Toplam Antioksidan Güç (TAR) Tayin Metodu



Fenolik bilesiklerin Folin reaktifi ile alkali ortamda renkli kompleks

olusturur ve olusan mor-menekse renkli kompleksin 700 nm'de

maksimum absorbansının ölçülür.

Yöntem aslında bir antioksidan tayin yöntemidir.

•DPPH Radikali Temizleme Aktivitesi

DPPH radikali (2,2-difenil-1-pikrilhidrazil) 517 nm’de maksimum absorbans olusturmaktadır. Antioksidanlarla muamele, DPPH ’tan kaynaklanan mor rengin siddeti azalarak absorbansın düsüsüne sebep olacaktır.

DPPH konsantrasyonunu yarıya düsüren numune miktarı μg/mL cinsinden belirlenmekte ve IC50 degeri olarak ifade edilmektedir.





SERBEST RADiKALLER

Dıs yörüngelerinde eslesmemis bir elektrona sahip ve genellikle

elektriksel açıdan yüksüz atom yada moleküllerdir.

Elektron alıcı (yükseltgen) ya da elektron verici (indirgen) özelliklere

sahiptirler.

Baslıca sigara, alkol ve lipit metabolizması ürünleri, virüsler, günes

ısınları, X ısınları ve kozmik ısınlar, sanayi atıkları, otomobil egzoz

gazları, ozon, agır metaller, kirli su ve havadan olusabilmektedir.

Aynı zamanda aktive olmus fagositler, antineoplastikler

ve stres sonucu biyolojik olarak üretilirler

Radikal tepkimeleri basitçe üç basamakta meydana gelir:

Zincir Baslaması : X−X _ 2 X•

Zincir Gelismesi : R−H + X• _ R• + H−X

R• + X−X _ R−X + X•

Zincir Sonlanması: R• + X• _ R−X

R• + R• _ R−R

X• + X• _ X−X

Radikaller, oksijen içerip içermedigine göre, serbest oksijen radikalleri (SOR) ve

oksijen içermeyen radikaller olarak ikiye ayrılırlar.

Moleküler oksijen “biradikal”dir.

Oksijen radikalleri yaşalanma prosesleri ve birçok hastalığın sebebidir. Bundan dolayı antioksidan kimyasallar hem gıda hem de kozmetik sektöründe artış göstermektedir.

DPPH TESTİ

Metabolizma tarafından üretilen oksijen bağlı dokuların hücrelerinde serbest radikaller açığa çıkar. Radikaller mitokondride boldur ve yaklaşık 80 i mitokondrial süperoksidismutas tarafından parçalanır. Kalanları hücre sitosolleri içinde ortaya çıkar ve yeni radikallerin üretildiği catenation reaksiyonlarında diğer maddeler ile reaksiyona girereler. Bunlar mutasyona , hücer aynılaşmasına yada enzim yıkımına neden olabilirler. Free radikaller , alzaymır hastalıklarında, damarsertliği gibi pek çok hastalıkta önemli rol oynar.

Antioksidanler radikal zincir reaksiyonlarını bozabilen maddelerdir. Birçok bitki extraktları özellikle zengin polifenolik bileşenler içerenleranioksidatif etki gözterirler.

DPPH Radikali ile redoks reaksiyonlearından faydalanılan DPPH testi ile extraktların antioksidativ kapasitesi belirlenebilir. Radikal eşleşmemiş nitrojen elektronlarının sağladığı mor renktedir ve reaksiondan sonra radikal tutucunun oksijen atomu ile DPPH-H indirgenmesi ile sarı renk oluşur. Renk değişimi 517 nm ‘de spetrofotometrik olarak belirlenebilir.Bu yöntem ile bitki extraktlarının veya antioksidatif potansiyeli belirlenebilir.

SUDA ÇÖZÜNEN KÜLDE ALKALİLİK BELİRLENMESİ




a)Yöntemin Prensibi

Yöntem suda çözünen kül deneyinden alınan süzüntünün metiloranj indikatörü kullanılarak ayarlı hidroklorik asit çözeltisi ile titrasyon ilkesine dayanır.

b)Kullanılan Kimyasallar

0,1 N ayarlı hidroklorik asit (HCL) çözeltisi

%0.05'lik metiloranj çözeltisi

c)Deneyin Yapılışı

Suda çözünmeyen kül deneyi yaparken elde kalan süzüntünün tamamı alınarak üzerine 2-3 damla metiloranj indikatörü damlatılır. Normalitesi kesin olarak bulunmuş olan ayarlı 0,1 N hidroklorik asit (HCL) çözeltisi ile titre edilir. Harcanan HCl asit miktarı kaydedilir.

d)Hesaplamalar



a.1.)0,1 N HCl asidin milieşdeğeri olarak hesaplama

%suda çözünen külün alkaliliği=((V*N)/m]*100

V= Harcanan HCl asit miktarı (mL)

N= Ayarlı 0,1 N HCl çözeltisinin derişimi

m= Alınan kül numunesinin ağırlığı (g)

Eğer sonuç kuru madde ağırlığı istenirse sonu 100/ Km çarpanı ile çarpılır.

Km= Örneğin 100 gramının içerdiği kuru madde miktarı

a.2.) Potasyum hidroksidin (KOH) ağırlıkça yüzdesi olarak hesaplama



1 milieşdeğer=56/1000dir

%suda çözünen külün alkaliliği=((V*N)/m]*100

V= Harcanan HCl asit miktarı (mL)

N= Ayarlı 0,1 N HCl çözeltisinin derişimi

m= Alınan kül numunesinin ağırlığı (g)



Eğer sonuç kuru madde ağırlığı istenirse sonu 100/ Km çarpanı ile çarpılır.



TİCARİ GLİKOZ TAYİNİ

a)BALDA TİCARİ GLİKOZ TAYİNİ

1)Kullanılan kimyasallar

İyot çözeltisi: 0,5 g iyot ve 0.65g potasyum iyodür

saf suda çözülür.

2)Deneyin yapılışı

Eşit hacimlerde bal ve su karıştırılır.Üzerine birkaç mL iyot çözeltisi eklenir.Eğer bal numunesinde ticari glikoz varsa çözelti kırmızı veya menekşe rengi verir.

3)Kullanılan Malzemeler

İyot

Potasyum iyodür

Erlen

Pipet

PRİNA YAĞI ARANMASI

a.Yöntemin Prensibi


Yöntem kalitatif olarak prina yağının varlığını ispetlar.



b)Kullanılan Kimyasallar

Potasyum hidroksit çözeltisi:42.5 5 g potasyum hidroksit 72 mL saf suda çözündükten sonra %95'lik etanol ile son hacmi 500 mL'ye tamamlanır.



%70 'lik(hacim/hacim) etanol çözeltisi



Asetik asit çözeltisi: 1 mL asetik asit üzerine 2 mL saf su eklenerek hazırlanan çözeltiden 1.5 mL alınır.(Hazırlanan bu 1.5 mL setik asit çözeltisi fenolftaleine karşı tam 5 mL potasyum hidroksit çzöeltisi ile tam olarak nötralleşecek şekilde hazırlanmalıdır.)



c)Deneyin Yapılışı



Yaklaşık 1 g analizi yapılacak numuneden alınarak ağzı rodajlı bir balon içerisine koyulur.Üzerine 5 mL potasyum hidroksit çözeltisi koyularak geri sağutucu altında bekletilir.Ara sıra çalkalanarak kaynama sıcaklığında 10 dakika bekletilir. Oda sıcaklığında soğutulduktan sonra 1.5 ml asetik asit çözeltisi ve önceden sıcaklığı 50°C' a getirilmiş olan etanol çözeltisinden 50 mL eklenerek çalkalanır.Çözeltisinin içine termometre daldırılarak tekrar soğumaya bırakılır. Çözelti sıcaklığı 40°C üzerinde iken lapa halinde bir çökeleğin gözlemlenmesi prina yağının varlığının bir götergesidir. Eğer herhangi bir çökelek gözlemlenmez ise sıcaklık 10°C'nin altına düşmemesi koşuluyla bir gece bekletilir.Bu sürenin sonunda lapa halinde oluşan bir çökelek prina yağının varlığını gösterir.



Şüphe edilen durumlarda özgül absorbans deneyine başvurulmalıdır.



REÇELDE MEYVE ORANI



a)Deneyin Yapılışı

Net ağırlığı 500 g a kadar olan reçel numunelerinden içeriğin tamamı 500 g den fazla olan numunelerde ise iyice karıştırılarak 500 g numune alınır. Örnek 1 litrelik behere aktarılır. Üzerinde reçel ağırlığı kadar damıtık su ilave edilerek meyve parçaları zedelenmeyecek şekilde karıştırılır. Karışım 5 dakika beklemeye bırakılır.Bu sürenin sonunda karışım gözenek açıklığı 1mm olan elekten süzülür.5 dakika sonra elek üzrindeki madde miktarı tartılır.(M2)



b)Hesaplamalar

Meyve oranı(%)=(M2*F)*100/M1

M1= Deney için alınan numune miktarı

M2= elek üzerindeki numune miktarı

F=Düzeltme faktörü (vişne,çilek,kayısı, erik için 105; ayva için 0,9)

GIDA AMBALAJLAMA İÇİN BİOPARÇALANABİLEN POLİMERLER

Günlük hayatımızın bir parçası olan plastik ürünler, kanıtlanmış pek çok dezavantajlarına rağmen; kolay şekil alma, yumuşaklık parlaklık, transparanlık elastikiyet, nakliyede rahatlık ve ucuzluk gibi nedenlerden dolayı tercih edilen malzemeler olmuşlardır. Plastiklerin bugün ki küresel tüketimi, her yıl yaklaşık %5 büyüme ile 200 milyon tondan fazladır ve bu durum ham petrolün uygulama alanının büyüklüğünü ve plastik endüstrisinin ham petrole ne ölçüde bağımlı olduğunu gösterir. Sonuçta doğal gaz ve petrol fiyatlarının artışının plastik endüstrisini yakından ilgilendirmektedir.
















Petrolden elde edilen sentetik polimerler (polietilenterefitalat (PET), polivinilklorid (PVC), polietilen (PE), polipropilen (PP), polistiren (PS) ve poliamid (PA)) , plastik atık olarak doğaya terk edildiklerinde, toprakta uzun süre parçalanamadığından çevre kirliliğine ve toksik madde birikimine neden olmaktadırlar. Yakılarak imha edildikleri zaman ise çevreye ve havaya toksik maddelerin salınımına neden olmaktadır.









Plastikler çöpe atıldığı zaman çürümeden, paslanmadan, çözünmeden ve biyolojik olarak bozulmadan doğada uzun yıllar kalmaktadır. Bazı plastikler, doğada 700 yıl bozulmadan kalabilmektedir. Suyun ve toprağın kirlenmesine, sulardaki canlılara zarar görmesine ve hatta ölümlerine neden olmaktadır.









Plastiklerin ucuz maliyeti bunların atık olarak atılmalarını özendirmekte, yeniden kullanımlarına yönelik çabalar açısından da engelleyici olmaktadır.









Geridöngü en çok ilgi çeken yöntem olmasına karşın, özellikle yiyecek paketlenmesi, vb. gibi uygulamalarda kullanılan polimerik malzemelerin geridöngü imkanı olmadığı veya zor/riskli olduğu için alternatif yöntemlerin kullanılması gerekir. Bu nedenlerle biyolojik olarak parçalanabilen polimerlerin üretimi önem kazanmış ve petrol kökenli polimerlerin yerini almalarına yönelik çalışmalar artmıştır









İnsanoğlu tarafından kullanılan ilk polimerik malzemeler doğal (doğada bulunan)









polimerlerden hazırlanmıştır. Polisakkaritler (Nişasta, selüloz, kitin/kitosan, pultulan, dekstran, vb.) Proteinler (kollajen/ jelatin, kazein, ipek, elastin, albumin, fibrinojen, vb.)









Poliesterler (polihidroksialkonatlar) ve diğerleri (lignin, şelak, doğal kauçuk, poliglutamik asit, vb.) gibi doğal polimerlerin hemen hemen hepsi yenilenebilir doğal kaynaklardan elde edilebilmektedir. Bu polimerler bir döngü içinde doğada yaşamın gereği olarak sürekli üretilmekte ve parçalanmaktadır. Yaşam devam ettiği sürece doğal polimerlerin sonsuz bir kaynağının olduğu ve doğal çevrede atık sorununa neden olmayacakları şeklinde anlaşılabilir.









Doğal polimerler ya doğrudan ya da kimyasal olarak modifiye edildikten sonra fiziksel yöntemlerle işlenerek (şekillendirilerek) son ürün haline getirilirler. Bu polimerlerin en önemli dezavantajları, işlenmelerindeki zorluklar, kaynağa göre özelliklerinin önemli ölçüde değişmesi ve çoğu uygulama için fiziksel, mekanik, ve kimyasal dayanıklılıklarının yetersiz/sınırlı olmasıdır.









Yenilenebilen kaynaklardan imal edilmiş biyo-polimerler biyo-parçalanabilir ve toprağa karışabilir (kompostlanabilir) nitelik taşırlarsa verim artırıcı ve toprağı sağlayıcı bir rol oynarlar. Ancak yenilenebilen kaynaklı plastikler biyo-parçalanabilir ve toprağa karışabilir olmak zorunda değildir. Aynı zamanda; biyoplastikler yenilenebilen materyal tabanlı olmak zorunda da değildir çünkü; biyo-parçalanabilirlik maddenin kökeniyle değil doğrudan kimyasal yapısıyla ilgilidir. Polimerin yapısını sağlayan kimyasal bağın cinsi maddenin mikroorganizmalar tarafından parçalanıp parçalanamayacağı hakkında bilgi verir. Birçok sentetik polimer; doğal olarak karbon tabanlı polimerler olan nişasta selüloz lignin gibi biyo-parçalanabilir ve toprağa karışabilir özelliğe sahiptir. Doğal monomer tabanlı bazı biyo-plastikler polimerizasyon gibi kimyasal modifikasyonla biyo-parçalanabilir özelliklerini kaybederler. Örneğin NYLON 9 tipi polimerler; bunlar oleik asidin monomerlerinin polimerizasyonları ile oluşturulmuştur. Ayrıca Poliamid 11 Hint yağı monomerlerinden polimerizasyonla oluşturulmuştur.









Plastikler polimerler ve katkılar, stabilizatörler, renklendiriciler, işlem yardımcıları gibi diğer birçok kimyasallardan oluşturulan bileşiklerdir. Bunların miktarı ve çeşidi bir polimerden diğerine değişir, çünkü oluşan her ürün göreceği işlem ve gelecekteki uygulaması dikkate alınarak optimize edilmek zorundadır. Bu nedenlerden dolayı bir ürünü %100 yenilenebilir kaynakları kullanarak yapmak yakın gelecekte hiç mümkün değildir ve eğilim mümkün olan en yüksek oranda yenilenebilir kaynaklardan faydalanmak yönündedir. Şu ana kadar üretilen biyoplastikler %50 den daha fazla yenilenebilir kaynak içermektedir.









Çoğu biyoplastikler plastikler gibi geniş bir uygulama spektrumu gösterirler. Örneğin; atıklar için toplama çantaları tarımsal yapraklar bahçıvanlıkta, çocuk odası ürünleri, oyuncaklar, lifler, kumaşlar vb. ambalajlama ve teknik uygulamalar gibi diğer alanlar önem kazanan alanlardır.









Gıda ambalajlama alanında biyoplastik materyallerden beklenen performans; gıdayı içine alması onu çevreden koruması ve gıdanın kalitesini korumaktır. Sonuçta bu performansı sergilemek için polimerik ambalaj materyalinin yapısına bağlı olan mekanik ve bariyer özelliklerini kontrol etmek ve değiştirmek önemlidir. Bunun yanında biyoplastiklerin gıda ile etkileşim sırasında karakteristiğinde gerçekleşen değişimleri bilmekte önemlidir. Fosil yakıt kaynaklarından gelen bilinen ambalajlar, filmler, etiketler ve laminatların aksine, biyoparçalanabilen polimerlerin kullanımı insanoğlunu çevre kirliliğinden korumak adına doğru yönde gerçek bir adımı simgelemektedir.









Bu bakımdan önemli olan bu materyallerin işlev yönünden yalnızca fiziksel ve mekaniksel özelliklerini anlamak değil, gıda kalite özelliklerinin kaybedilmesinde potansiyel bir neden olduğu anlaşılan materyalin gıdaya uyumluluğu da önemlidir.

Potasyum Sorbat(E202)

Potasyum sorbat gıda ürünlerinin büyük bir kısmında koruyucu madde olarak görev alır. Küf, maya ve bakteri aktivitesinin yavaşlatılması ve durdurulması asıl görevidir.

Shear-Thining




Shear-Thining

Kayma kuvveti - kayma hızı ilişkisinin doğrusal olmadığı sıvılar non-Newtonian sıvılardır. Non-Newtonian sıvıların viskozitesi kayma hızı yükseldikçe azalabilir (şekilde görüldüğü gibi). Bu tür sıvı davranışına "shear-thinning" denir.



Proteinlerin hidrolizi

Proteinler, polipeptit zincirindeki peptit bağlarının su girişi ile yıkılması sonucu hidroliz olurlar. Proteinlerin kısmi hidrolizi ile proteozlar, peptonlar ve peptitler oluşur; tam hidrolizi ile amino asitler oluşur. Proteinlerin hidrolizi, kaynatma, asit etkisi ve enzim etkisiyle olabilir



Protein denatürasyonu

Protein denatürasyonu peptit bagları hidroliz olmadan proteinin yapısını çözülüp disorganize olması sonucunda meydana gelir.Denatüre edici etkenler; ısı,organik çözücüler,mekanik karışıştırma,kuvvetli asit yada baz, deterjan, kurşun,civa gibi maddelerdir.



Ender olarak denatüre edici maddeden uzaklaştırıldıgında protein eski orjinal yapısına dönerek katlanır ve denatürasyon geridönüşümlü olarak bozulur. Bu, proteinin katlanmasının protein sentezi başladıktan hemen sonra, yani katlama işlemini bozacak uzun bir amino asit zinciri oluşmadan başladıgı kavramı gibi çeşitli faktörlere bağlana bilir.Denatüre proteinler genellikle çözünmezler ve bu yüzden çözeltide çökerler.



Proteinlerin Primer Yapısı

Bir protein molekülünü oluşturan polipeptid zinciri veya zincirlerindeki aminoasit sıralanışı proteinlerin primer yapısını oluşturur.Primer yapı proteinlerin üç boyutlu yapısına bir geçiş teşkil eder ancak hiçbir protein primer yapıda karakteristik üç boyutlu şekline ulaşmaz.

POLENSKE SAYISI TAYİNİ




a)Yöntemin Prensibi



5 g deney numunesindeki su buharı ile uçan, suda erimeyen, alkolde eritilen yağ asitlerinin (kapril, kaprin, lavrin) 0.1 N NaOH ile titrasyonuna dayanır.



b)Kullanılan Kimyasallar

%90'lık nötr alkol

%1'lik fenolftalein çözeltisi (%95'lik etonolde hazırlanmış)

0.1 N Ayarlı sodyum hidroksit çözeltisi (CH3COOH)

%10'luk kalsiyum klorür çözeltisi :10 g kalsiyum klorür (Mrck 1.02382) bir miktar saf suda çözülerek son hacim 100 mL 'ye tamamlanır.



c)Deneyin Yapılışı



Reichert Meissl sayısı deneyinden arta kalan 10 mL destilant yine bu deneyde kullanılan süzgeç kağıdından süzülür. 300 mL'lik destilant balonu , buna bağlı olan cam boru , soğutucu ve destilantın toplandığı balonjoje 15 'er mL 'lik saf su ile 3 defa yıkanarak aynı süzgeç kağıdından süzülür. Su ile yıkanan bütün parçalar 15 mL 'lik alkol ile 3 kere yıkanarak aynı süzgeç kağıdından süzülür. Alkolle yıkama sırasında cam kaplar ve süzgeç kağıdındaki suda erimeyen yağ asitleri alkolde eritilmiş olur. Temiz bir erlende toplanmış olan süzüntülerin üzerine(10 mL+45mL=100mL) bir kaç damla fenolftalein koyularak 30 saniye kalıcı pembe renk elde edilene kadar 0.1 N NaOH çözeltisi ile titre edilir.Harcanan NaOH çözeltisinin hacmi kaydedilir.



d)Hesaplamalar



polenske sayısı= V(ml)

V=Titrasyonda harcanan NaOH çözeltisinin hacmi (ml)

YAĞ endüstrisinde KULLANILAN KATKI MADDELERİ

YAĞ ENDÜSTRİSİNDE KULLANILAN KATKI MADDELERİ




1. GIDA KATKI MADDELERİ

1.1. Gıda Katkı Maddelerinin Kullanımı

Günümüzde besinlerin üretim ve tüketim ilişkileri gıda katkı maddele¬rinin kullanımını teknolojik bir zorunluluk olarak ortaya koymaktadır. En¬düstrinin gelişmesi ile besin üretiminin ve işlenmesinin artması gıda katkı maddeleri kullanımını da artırmıştır. Ev dışında çalışanların artması, bes¬lenme alışkanlıklarının değişmesi, besin hazırlama için az zaman kalma¬sı veya besin hazırlama için az vakit harcama isteği yarı-hazır veya ticari olarak tamamen hazırlanmış olan besin üretimini teşvik etmiş, bu da gıda katkı maddeleri kullanımını kaçınılmaz kılmıştır.

Günümüzün en önemli konularının başında besin güvencesinin ve be¬sin güvenliğinin sağlanması gelmektedir. Gıda güvencesi insanlara, sür¬dürülebilir, yeterli ve dengeli beslenmelerini sağlayacak çeşitlilik ve mik¬tarda ve ekonomik olarak erişilebilir gıda arzı olarak tanımlanabilir. Besin güvencesinin sağlanmasında besin üretiminin artırılması ve üretilen be-sinlerin kayıplarının önlenmesi, besinin bol bulunduğu dönemden daha az bulunduğu döneme kalitelerini koruyarak saklanması ve raf ömrünün uzatılması önem kazanmaktadır. Bu durumda da gıda katkı maddeleri kul¬lanımı kaçınılmaz olmuştur.



1.2. Gıda Katkı Maddelerinin Tanımı

Gıda katkı maddeleri Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’nde şöyle tanım¬lanmaktadır:

• Tek başına gıda olarak tüketilmeyen veya gıda ham ya da yardımcı maddesi olarak kullanılmayan,

• Tek başına besleyici değeri olan veya olmayan,

•Seçilen teknoloji gereği kullanılan,

• İşlem veya imalat sırasında kalıntı veya türevleri mamul maddede bulunabilen,

• Gıdanın üretilmesi, tasnifi, işlenmesi, hazırlanması, ambalajlanması, taşınması, depolanması sırasında gıda maddesinin tat, koku, görünüş, yapı ve diğer niteliklerini korumak, düzeltmek veya istenmeyen değişiklik¬lere engel olmak ve düzeltmek amacıyla kullanılan maddelerdir.



1.3. Gıda Katkı Maddeleri Kullanımında Dikkat Edilecek Noktalar

1- İnsan sağlığına zararlı olmamalı ve bu yasalarla belirlenmiş olmalıdır.

2- Kullanımında teknolojik zorunluluk bulunmalıdır.

3- İzin verilen besinlerde ve izin verilen miktarlarda kullanılmalıdır.

4- Besinin besin değerini azaltmamalıdır.

Gıda katkı maddeleri kalitenin korunması amacıyla kullanılmalı, kötü kaliteyi gölgelemek amacıyla kullanılmamalıdır.

Gıda katkı maddeleri doğal, doğala özdeş veya yapay olabilir.

Doğal katkı maddeleri: Pancar suyundan elde edilen kırmızı renklen¬dirici gibi (E162)

Doğala özdeş katkı maddeleri: Doğadakinin insan tarafından yapılan ikizidir. Vanilya gibi

Yapay katkı maddeleri: İnsan tarafından yapılmıştır. Doğada bulunmaz. Sakkarin gibi

1.4. Gıda Katkı Maddelerinin Sınıflandırılması

Gıda katkı maddelerini kullanım amaçlarına göre 4 grupta toplayabiliriz.

1. Kaliteyi koruyarak raf ömrünü uzatanlar (Koruyucular)

• Antimikrobiyaller (nitrit, nitrat, benzoik asit, propionik asit, sorbik asit, kükürt dioksit)

• Antioksidanlar (BHA, BHT, Gallatlar)



2.Yapıyı ve hazırlama, pişme özelliğini geliştirenler

• pH ayarlayıcılar

• Topaklanmayı önleyenler (silikat, magnezyum oksit, magnezyum karbonat)

• Emülsifiyerler (lesitin, mono ve digliseritler)

• Stabilizörler, kıvam arttırıcılar, tatlandırıcılar

• Mayalanmayı sağlayıcı ajanlar

• Nem ayarlayıcılar

• Olgunlaştırıcılar

• Ağartıcılar, dolgu maddeleri, köpük ayarlayıcılar, parlatıcılar

3.Aromayı ve rengi geliştiriciler

• Çeşni arttırıcılar (MSG)

• Çeşni vericiler (Aroma maddeleri)

• Renklendiriciler (tartrazin, indigotin,...vb.)

4.Besin değerini koruyucu, geliştiriciler (Besin öğeleri)

• İşleme sırasında kaybolan besin öğelerini yerine koyma (B1, B2, nia¬sin)

• Diyette eksik olabilecek besin öğelerini ekleme (A, D vitaminleri)



2. ANTİOKSİDANLAR

Birçok gıdada ürününü oluşturan bileşenler ile havanın oksijeni arasında kendi¬liğinden ortaya çıkan ve "otoksidasyon" adı verilen tepkimeler oluşur. Her zaman, az ya da çok hissedilebilir kalite düşmelerine neden olan bu tür tepkimeler gıda endüstrisi açısından istenmeyen olaylardır. Burada sözü edilen kalite düşmesi renk, koku ve tatta meydana gelen değişmeler ile bazı besin öğelerindeki parçalanmalar ve hatta toksik bileşik oluşması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Yağ ve yağlı gıdalar¬daki otoksidasyon olayı, hem beslenme fizyolojisi açısından hem de teknolojik-eko¬nomik açıdan büyük önem taşımaktadır. Otoksidasyonun fiziksel ve teknolojik yön¬temlerle önlenemediği durumlarda antioksidanlar kullanılmaktadır.

Antioksidanlar, gıdalarda oksidatif bozulmayı önleyen veya geciktiren bileşikler olarak tanımlanmaktadırlar. Bu bileşikler oksidatif ve otooksidatif işlemlerin başlangıcında etki göstererek oksidasyonu ve buna bağlı olarak oluşan istenmeyen reaksiyon ürünlerinin oluşumunu engelleyebilmektedirler. Geniş ifadeyle, antioksidanlar oksijen ile reaksiyona girerek gıdalar içindeki olumsuz etkilerini engelleyen maddeler olarak tanımlanabilirler. Uluslararası Gıda Kodeks Komisyonu (CAC)'nin tanımında ise antioksidanlar "gıdada yağın acılaşması ve renk değişimleri gibi oksidasyon reaksiyonları sonucunda oluşan bozulmaları önleyerek raf ömrünü uzatan maddeler" olarak ifade edilmektedirler. Pek çok gıda maddesinin bozulmasının önemli bir kaynağının oksijen olduğu bilinmektedir. İstenilmeyen lezzet ve koku oluşumlarına neden olan oksidatif acılaşma reaksiyonu nem, ısı, ışık, metaller, metal içeren bileşikler, bir kısım pigmentler, doymamışlık derecesi ve enzimler varlığı sonucu hızlanmaktadır. Gıdalara uygulanan hazırlama, paketleme ve soğutma işlemleri acılaşmayı geciktirmekte ancak bunu engelleyememektedir. Antioksidanlar, gıdalara oksidasyonun başlangıcından önce ilave edildiklerinde reaksiyonu önleyebilmekte veya azaltabilmektedirler. Oksidasyonla bozulma sonucu meydana gelen değişmeleri şu şekilde sıralayabiliriz;

a. Katı ve sıvı yağlar ile yağ içeren gıdalarda acımsı (ronsit) tat ve aroma oluşumu

b. Pigmentlerde renk açılması

c. Toksik oksidasyon ürünlerinin oluşumu

d. Ürünlerde lezzet kaybı ve bozuklukları

e. Tekstürde değişmeler

f. Vitaminler (A, D ve E) esansiyel yağ asitlerinin (özellikle linoleik asit) zarar görmesinden dolayı besin değerinin azalması.

Antioksidan grubu katkı maddeleri, gıda sanayiinde bitkisel ve hayvansal yağ içeren maddelerin üretimi, depolanması, taşınması ve pazarlanması sırasında mey¬dana gelecek otooksidasyondan kaynaklanan zararları önlemede en önemli katkı mad¬deleridir.

Antioksidanlar, diğer stabilizörler gibi düşük kaliteli gıda maddesinin kalitesini arttırmaz ve gıdalara herhangi bir yabancı tat ve koku da vermezler. Ancak bu madde¬ler, iyi kalitede ham madde, uygun bir imalat tekniği, elverişli ambalajlama ve depola¬ma yöntemleri ile birlikte kullanıldığında ürünün kalitesini arttırırlar.

Yağlarda ve yağ içeren gıdalarda kullanılan antioksidanlarda bulunması gereken özellikler aşağıdaki şekilde özetlenebilmektedir:

- Gıdalarda kullanılan dozlarda toksik etkileri bulunmamalıdır.

- Düşük konsantrasyonlarda etkili olabilmelidir.

- Kolaylıkla temin edilebilmelidir.

- Kızartma gibi ısıl işlemlerde etkisini kaybetmemelidir.

- Gıdada istenilmeyen lezzet ve renk değişikliklerine neden olmamalıdır.

- Maliyeti düşük olmalıdır.

Bununla birlikte antioksidanların bozulmaya, bozulmaya başlayan veya bozulmuş olan bir yağın lezzetini geliştiremeyecekleri ve hidroliz veya mikrobiyal yollarla oluşabilecek bozulmayı engelleyemedikleri de ifade edilmelidir. BHA gibi bazı fenolik antioksidanların antimikrobiyal etkilerin bulunduğu ve küflere karşı etkili oldukları belirtilmektedir. Spesifik bu uygulama için en uygun antioksidan seçiminde dikkat edilecek hususları şu şekilde sıralayabiliriz.

- Antioksidan katılacak gıdanın tipi (hayvansal yada bitkisel yağlar)

- Antioksidanın katıldığı yağın kullanıldığı gıdada etkisini gösterebilmesi.

- Antioksidanın çözünürlüğü veya dağılımı

- Renk bozma eğilimi

- Gıdanın PH’sı

- Gıdaya uygulanacak işlemin tipi (kızartma, fırında pişirme, püskürmeli kurutma, ektrüzyon gibi)

- Lezzetin nötral olması



2.1 Yağların Bozulma Tipleri

Doymuş ve doymamış yağ asitleri ve bunların esterleri, kimyasal oksidasyon maddeleri (nitrik asit, kromik asit, ozon, potasyumpermanganat ve hidrojen peroksit) tarafından okside edilirler. Otooksidasyon (atmosferik oksidasyon) imalat ve depolama koşullarında keton ve aldehitlerin oluşturduğu istenmeyen tat ve kokuyu geliştirmektedir.

Herhangi bir nedenle meydana gelen oksidasyon bazı metal iyonları eşliğinde daha da hız kazandığından sinerjistlerin de katkı maddesi olarak zincirde yer alması zorunlu olmuştur. İmalat sırasında gıdaların temas ettiği metaller oksidasyon yolu ile meydana gelen tat ve koku bozukluklarını daha hissedilir hale getirmektedir. Özellikle demir, bakır ve benzeri metaller bu olaya neden olmuşlardır. Burada katalitik bir rol oynayan metallere karşı engelleyici olarak fosforik asit, sitrik asit, askorbik asit gibi maddeler kullanıldığı gibi paslanmaz çelik malzemelerin gıda sanayinde olumsuz etkilerinde sorunu hemen hemen ortadan kaldırmıştır. Yağ bozulmaları 4 gruba ayrılır:

Hidroliz: Serbest yağ asitleri ve gliserol oluşumu sonucunda ortaya çıkmaktadır. Tersinir nitelikte olan bu asitler yüksek sıcaklık ve lipolitik enzimler ile katalizlene bilmektedir. Normal olarak kısa zincirli yağ asidi içeren trigliseridler (6-12 C atomu) hidroliz sırasında lezzet kayıplarına uğrarlar. Bu durum genellikle patates gibi yüksek su içeriğine sahip gıdaların kızartılmaları sırasındaki yüksek sıcaklıklardan oluşmaktadır. Hidroliz sonucunda oluşan değişimler; kızartma sırasında köpürme, oluşan serbest yağ asitlerine bağlı olarak gıda işleme ekipmanlarının aşınması ve serbest yağ asitlerine bağlı olarak oluşan acı ve sabunumsu lezzet, olarak ifade edilmektedir.

Lezzet Dönmesi: Bu tür tat ve koku bozulması sebze, balık ve diğer yüksek derecede doymamış yağ içeren gıdalarda görülmektedir. Meydana gelen tat ve koku bozukluğunun nedeni linoleik tipteki asit oksidosyonu ürünüdür.

Acılık: Gıda endüstrisinde yaygın olarak kullanılan bir terimdir ve yağlarda acılaşma doymamış yağ asitlerinin otooksidasyonu sonucunda oluşan uçucu bileşiklerin istenilmeyen lezzet değişimlerine ve kayıplarına neden olmaları ile ortaya çıkmaktadır.

Polimeriıasyon: Polimerizasyon, doymamış yağların iki karbon atomu (C = C) arasındaki zincirin kopması durumudur. Bir başka şekliyle, iki yağ asiti zincir arasındaki doymamış kısma oksijenin bağlanmasıdır. Her iki şekildeki polimerler sıklık yapıdadır.

Antioksidanlar, acılık ve polimerizasyonu engellemekte etkili olabilmekte, ancak hidroliz ve lezzet dönmesine karşı etkili olamamaktadır. Buniarm engellenmesi ancak yüksek kalitede ingrediyentler ve işleme tekniklerinin kullanımı ile mümkün olabilmektedir.

2.2. Yağ Endüstrisinde Kullanılan Antioksidan Maddeler

2.2.1. Serbest Radikaller ile Kompleks Oluşturanlar

Bu tip antioksidanlar fenolik yapılarından veya moleküler yapılarındaki fenolik konfigürasyondan dolayı fenolik hidroksit guruplarından hidrojen verip, başlangıçtaki serbest yağ asidi radikal oluşumunu engelleyici oksidasyonu inhibe ederler. Bu şekilde etki gösteren antioksidanların en yaygın kullanılanları bütillendirilmiş hidroksianisol (BHA), bütillendirilmiş hidroksitoluen (BHT) propil gallat (PG) tersiyel bütil hidrokinon (TBHQ) nordihidroguayenetasidi (NDGA) ve tokoferollerdir.



2.2.1.1. BHA (Bütillenmiş hidroksianisol):

Butillendirilmiş hidroksianisol (BHA), (C11H16O2); ticari olarak 3-tersiyer-butil-4-hidroksianisol (%85) ile 2-tersiyer-butil-4-hidroksianisol (%15) izomerlerinin karışımı halinde bulunmaktadır.



2-tersiyer-butil-4-hidroksianisol 3-tersiyer-butil-4-hidroksianisol

Şekil: BHA’nın kimyasal yapısı

BHA beyaz, mumsu katı bir yapıya sahip, erime noktası yaklaşık 48-63°C olan ve hem hayvansal hem de bitkisel yağlarda çözünebilen ancak suda çözünemeyen bir antioksidan olarak tanımlanmaktadır. Bu antioksidanın gıdalarda kullanımına ilk olarak 1948 yılında ABD'de izin verilmiş olup, günümüzde pekçok ülkede gıda olarak tüketilen katı ve sıvı yağlarda kullanılmaktadır. Bazı durumlarda tersiyer butu grubun, fenolik hidroksil (-OH) grubu üzerinde koruma meydana getirdiği ileri sürülmektedir. Bu durum molekülü dış reaksiyonlardan korumakta ve daha az uçucu ve daha çok yağda çözünür forma dönüştürmektedir. Yapısındaki hidroksil gruba karşı orto veya meta pozisyonunda yer alan tersiyer butil grup nedeni ile BHA'ya "engelleyici fenol" adı verilmektedir. Bu sterik engellemenin, tersiyer butil grubun fenoiik yapının antioksidatif aktivitesi ile girişim meydana getirmesi ve bu neden ile BHA'nm bitkisel yağlarda etkisinin az olmasına neden olduğu öne sürülmektedir.

BHA, bitkisel yağlarda etkin bir antioksidan olmamasına karşın, genellikle diğer antioksidanlar ile (gallatlar) beraber kullanıldığında hem fenolik yapıda bulunan antioksidanların bir arada kullanılması ile elde edilen sinerjist etkiden, hem de BHA'nın yağın kullanıldığı ürünü koruyucu etkisinden faydalanılmaktadır. BHA fırınlama veya kızartma gibi yüksek sıcaklık işlemleri uygulanan yağlarda kullanıldığında, kolaylıkla algılanabilen keskin bir fenolik koku oluşturmaktadır.

Kabul edilebilir günlük alım miktarı vücut ağırlığı üzerinden 0.5 mg/kg dır . Kullanılan konsantrasyonlarında bilinen yan etkisi yoktur, ancak yalancı alerjenik reaksiyonlar kaydedilmiştir. BHA ile yüksek konsantrasyonlarda C vitaminin kombinasyonu, hücre yapısında ve DNA'da hasara yol açan serbest radikallerin oluşmasına neden olabilir.



2.2.1.2. Bütilendirilmiş Hidroksitoluen (BHT):

BHT'nin gösterdiği özelikler büyük ölçüde BHA'e benzemektedir. FAO/WHO Birleşik Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Exsperler Komitesi'nin görüşüne göre, günlük alınabilir miktar vücut ağırlığı üzerin¬den 0.5 mg/kg olup, bu değer insan sağlığı açısından herhangi bir zarar yaratmamak¬tadır. Ancak daha sonraki araştırma sonuçlarını dikkate alan FAO/WO Birleşik Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Eksperler Komitesi, BHT'nin sağlığa zararsız olduğu¬nu yeni bulgularla ve kesinlikle belirleninceye kadar günlük alınabilir miktarı geçici olarak kabul etmiştir.

Bütiilendirilmiş hidroksitoluen (BHT), (C15H24O); 2,6-ditersiyer butil-4-metil fenol'un, 1954 yılında gliseridîer üzerinde etkili ve koruyucu bir antioksidan olduğunun belirlenmesi sonucunda gıda olarak tüketilen yağlarda ve diğer bazı gıdalarda kullanılmaya başlanmıştır.



Şekil : BHT'nin kimyasal yapısı



BHT, yağlarda iyi çözünebilen ancak suda çözünmeyen, beyaz renkli ve kristal yapıda bir madde olup, 760 mm Hg basıncında kaynama noktası 265 C'dir. Erime noktası 69.7°C dir. Bu madde BHA gibi bitkisel yağlarda düşük aktiviteye sahip olmasına karşın diğer antioksidanlar ile beraber kullanıldığında yağın ilave edildiği gıdayı koruma özelliğinden yararlanılmaktadır. BHT, BHA ile sinerjist etki gösterirken, gallatlar ile sinerjist etki meydana getirmemektedir.

BHA ve BHT, uçucu olmasından dolayı, ambalajlama materyallerine katılarak da kullanılabilmektedir. Buradan gıdaya nüfuz ederler. Antioksidanlardan her biri vaks yapımında vaksa direkt olarak ilave edilmekte veya bir emülsiyon gibi ambalajlama materyaline uygulanmaktadır. BHA, hayvansal yağlara nazaran, bitkisel yağların oksidasyonunu önlemede daha etkilidir. BHA, özellikle uçucu yağların renk ve tat-kokularının korunmasında, bilhassa kısa zincirli yağ asitlerinin (hindistan cevizi ve palm çekirdeği yağları) oksidasyonunu kontrol etmede etkilidir. Genellikle tahıl ve şekerli ürünlerde de kullanılır. BHA ve BHT birlikte kullanıldığında, sinerjist etkiden bahsedilmektedir. Fındık, ceviz gibi fazla yağlı tohumlarda oksidatif reaksiyonları engellemede, bu kombinasyonu çok iyi sonuç vermektedir.

Kabul edilebilir günlük alım miktarı vücut ağırlığı üzerinden 3 mg/kg dır. BHT, yüksek konsantrasyonlarında karaciğere zarar verebilir; ayrıca (yalancı-)alerjenik belirtiler kaydedilmiştir. Bazı kişilerde, sipesifik bir karaciğer enziminin kalıtsal izomeriyle birlikte migrene neden olabiliyor. Yan etkiye neden olur, Avrupa’da kullanımı sınırlanmıştır; böylece gelecek birkaç yıl içerisinde BHT içeren ürünler azalacaktır.



2.2.1.3. Tersiyer Butilhidrokinon (TBHQ)

ABD Gıda ve İlaç İdaresinin (FDA) yaptığı çalışmalar sonucunda etkili bir antioksidan olduğu belirlenen tersiyer butilhidrokinon (TBHQ)’un kullanımına ilk kez 1972 yılında izin verilmiştir. Mono-tersiyer-butilhidrokinon (C10H14O2) yapısında olan bu antioksidan, beyaz, kristalimsi ve karakteristik kokusu olan bir maddedir. Son yıllarda özellikle gıdaların işlenmesinde ve insan beslenmesinde yer alan bitkisel yağlar oksidasyona karşı oldukça duyarlı oldukları için kuvvetli antiokdisanlara olan gereksinimleri arttırmıştır. Günümüzde tersiyer-butilhidrokinon (TBHQ)’un bitkisel yağlarda stabiliteyi arttırmak amacı ile kullanımına bir çok ülke tarafından izin verilmektedir. TBHQ’un bitkisel yağlardaki antioksidatif etkisi diğer antioksidanlara göre daha fazladır.



Şekil : TBHQ'nun kimyasal yapısı

Tek başına veya BHA ve/veya BHT ile kombine olarak kullanım daha uygundur. Kullanım sınırı, l yağ miktarı üzerinden en fazla %0.02’dir (200 ppm). PG ile birlikte kullanımı, etkiyi azalttığından tavsiye edilemez. Sitrik asit gibi bir şelat ile karıştırıldığında, stabilize edici özellik kazanmaktadır. TBHQ ve sitrik asit kombinasyonu, genellikle bitkisel yağlar, şorteningler ve bir ölçüde de hayvansal yağlarda kullanılmaktadır. Fındık ürünleri ve şekerleme imalatçıları tarafından da fazlaca kullanılmaktadır.

TBHQ yağlarda orta derecede, suda ise çok az çözünebiien, beyaz ile sarımsı kahverengi arası renkte, kristal yapıda bir madde olup erime noktasının 127°C olduğu belirtilmektedir.

Kabul edilebilir günlük alım miktarı vücut ağırlığı üzerinden 0.02 mg/kg dır. Kullanılan konsantrasyonlarında bilinen yan etkisi yoktur.



2.2.1.4. Gallatlar

Bu antioksidanlar kimyasal olarak 3,4,5-trihidroksi-benzoik asidin propanol esteri olarak ifade edilmektedir.



Şekil : Gallatlann kimyasal yapısı

Gallatiar, trihidroksi yapılarına bağlı olarak yüksek antioksidan potansiyeline sahiptirler. Ancak gallat esterlerinin su varlığında demir kalıntıları ile kompleks oluşturarak mavi-siyah renk bozulmalarına neden olmaları, söz konusu maddelerin bitkisel yağlarda kullanımlarını çok düşük bir düzeye indirgemiştir. Oktil gailat (C15H22 O5) ve dodesil gallat (C19H30O5) katı ve sıvı yağlarda yüksek çözünürlüğe sahip iken, propil gallat (C10H12O5) suda daha iyi çözünürlük göstermektedir. Bütün gallatlar, özellikle alkali ortamlarda ısıya karşı oldukça dirençli olup ateş, fırında pişirme ve kızartma sırasında gallatlarda farkedilebilir derecede kayıplar olmaktadır.

Gallik asitin en çok kullanılan esterleri propil gallat, oktil gallat, dodesil gallat ve lavril gallat'tır. Bunlar suda çözünmezler. Yağda da yanlızca oktil ve dodesil gallatlar iyi çözünür. Gallatlar antioksidan olarak oldukça etkili maddelerdir. Ancak bunların metal iyonları ile özellikle demir iyonları ile koyu renk kompleksler oluşturma özelikleri, yağda ve substratta istenmeyen renk değişikliklerine neden ol¬makta ve bu yüzden de kullanılmaları sınırlandırılmaktadır.

Gallatlar sıvı ve katı yağlarda 50-200 mg/kg düzeyinde kullanılmaktadır. Bunların etkileri sinerjistlerin (lesitin yada limon asidi) katılmasıyla yükseltilir. Gallatlar süt tozuna katıldıkları gibi A vitaminin stabilizasyonunu sağlamak için de gereken gıdalarda kullanılmaktadır. Gallik asit esterlerinin kullanılmasına ilişkin toplum sağlığı ve gıda hijyeni açısından olumsuz hiçbir bilgi ileri sürülmemektedir. FAO/WHO örgütünün ilgili komisyonu, günlük tüketilme değerini 0.2mg/kg olarak önermektedir. Yine aynı komisyon 1973 yılında bu değeri gallatların tümü için geçici günlük alınabilir miktar olarak onaylamıştır.

2.2.1.5. Tokoferoller

Tokoferoller bitkilerde sıkça rastlanan ancak hayvansal dokularda oldukça az bulunan (5 – 30 mg / kg) antioksidan türevleri olup, ilk kez 193O'lu yıllarda vitamin aktiviteleri ile fark edilmişlerdir. Hayvansal gıdalarda bulunan tokoferol miktarı tokoferolün optimal antioksidan etki gösterebilmesi için gerekenin yaklaşık onda biri kadardır. Tokoferoller, hayvansal yağlara yada emülsiyonlara 30 mg/kg dolayında katıldıklarında özellikle iyi etkide bulunmaktadırlar. Sinerjistler ile de ör¬neğin, askorbil palmitat, askorbik asit ve limon asidi ile birlikte işlevini çok iyi bir şekilde yerine getirmektedir. Bu maddeler şekil 10'dan da görüldüğü gibi kroman'dan elde edilen tokollerin türevleridir.



(alfa) 5,7,8-Trimetil tokol (vitamin E) (beta) 5,8- Dimetil tokol

(gama)7,8-Dimetil tokol (delta) 8- Metil tokol

(epsilon)5-Metil tokol (zeta)5,7- Dimetil tokol

(alfa) 5,7,8-Trimetil tokol ( vitamin E) (eta)7-Metil tokol



Şekil : Tokoferollerin kimyasal yapıları

Doğal kaynaklı antioksidanlar içinde en geniş kullanım alanına sahip olanlar tokoferollerdir. Tokoferoller bitkisel yağlarda bulunmakta olup temel ticari kaynaklarının soya fasulyesi olduğu belirtilmektedir. Söz konusu maddeler genellikle, bitkisel yağların son işlem basamağında buhar yıkaması ile elde edilen yan ürünler olan, deodorizasyon destillatlarından elde edilirler. Tokoferollerde antioksidatif etki için genel olarak kabul edilen sıralama ise δ>γ>β>α şeklinde olmaktadır. Ancak başta sıcaklık olmak üzere bazı faktörlerden dolayı söz konusu türevlerin antioksidan aktiviteleri etkilenmekte ve birbirleri ile kıyaslandığı zaman verimlilikleri değişebilmektedir. Tokoferoller, karanlık ortamlarda, aydınlık ortamlara göre daha fazla etkilidirler. Saf hallerinde ise berrak, viskoz, sarımsı, hemen hemen hiç kokusuz yağ formunda olup, süksinat, palmitat gibi kristalize türevler verebilmektedirler. Tokoferollerin oksidasyon ürünlerinin farklı özellikleri, bu gruba ait değişik türevlerin aktivitelerindeki değişimleri açıklamaktadır.

Yüksek miktarda tokoferol içermelerinden dolayı buğday ve mısır embriyosu yağları, antioksidatif madde olarak kullanılmaktadır. Bu tür tokoferol preparatlarının özellikle süt ürünlerinde kullanılmama nedenleri, bu ürünleri duyusal açıdan etkilemeleridir.

Hayvansal kaynaklı gıda ürünleri, tokoferol ve askorbik asit gibi doğal antioksidanları çok az ya da hiç içermemektedirler. Domuz yağı ve kümes hayvanlarından elde edilen katı yağlar buna örnek olarak verilebilmektedir. Bu ürünlerde tokoferoller antioksidan olarak yaygın biçimde kullanılabilmektedir. Bitkisel kaynaklı sıvı yağlar ve gıda ürünleri etkin oksidatif stabilite için yeterli tokoferol içerdiklerinden, bu ürünlere rafinasyon gibi ısısal işlemler uygulanmadığı sürece tokoferol ilavesine gerek kalmamaktadır. Diğer bir çok doğal veya sentetik antioksidan gibi tokoferoller de, belirli bir oranın üzerinde ilave edildiklerinde, artan doza bağlı olarak aktivitelerinde bir azalma meydana gelmekte ve prooksidan etki meydana getirebilmektedirler. Bu maddelerin antioksidatif etki gösterdikleri optimum konsantrasyonlarının, doğal olarak bitkilerde bulunma oranlarına benzer olduğu ifade edilmektedir.

Bugüne kadar tokoferollerin toksik açıdan sakınca yarattıkları konusunda bir kayda rastlanmamıştır. FAO/WHO Birleşik Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Eksperler Komitesi, tokoferol ve preparatlar için günlük alınabilir miktarı 2 mg/kg olarak vermektedir.

2.2.1.6. Nordihidroguayaret asit (NDGA)

Nordihidroguairatik asit (NDGA), ilk olarak 1942 yılında kuvvetli antioksidan özelliği gösteren bir madde olarak laboratuvarda sentezlenmiştir. Beyaz veya grimsi beyaz kristalimsi bir maddedir. NDGA'nın kimyasal yapısı Şekil 'de gösterilmektedir.



Şekil : Nordihidroguairatik asidin kimyasal yapısı



NDGA, Lurrea divaricata bitkisinden elde edilen doğal bir antioksidandır. Ayrıca yapay olarak üretilmektedir. Bu amaçla fırıncılık ürünlerinde, eterik yağlar, domuz yağı ve balık yağlarında kullanılmaktadır. ABD’deki uygulamalarda NDGA limon asidi, tartarik asit, askorbik asitlerin gibi maddelerde birlikte kullanılmaktadır. NDGA’nın bazı ülkelerde gıdalara katılmasına izin verilmektedir.

Nordihidroguairatik asit (NDGA)'in en önemli özellikleri gallatlarda olduğu gibi ısıya karşı duyarlı olması ve kalıntı demir ile renk bozulmasına neden olabilmesidir. Bu maddenin gıdalarda kullanımına ülkemiz de dahil olmak üzere pek çok ülkede izin verilmemektedir.

2.2.2. İndirgenler (Oksijen Bağlayıcılar)

Antioksidanların oksidasyonu engelleyici etkileri, yalnız serbest radikallerin zincirleme oksidasyon reaksiyonunu durdurarak görülmez. Bu antioksidanlar hidrojen atomlarını oksijene transfer ederek oksijenin oksitleyici etkisini ortadan kaldırırlar ve ransiditeyi geciktirirler. Esas antioksidanlara yardımcı olan bu maddeler renk bozulmalarını önlerler. Aşağıda bu tip etki gösteren antioksidanlardan yaygın kullanım alanı bulanların özelliklerini hakkında bilgi verilmiştir.



2.2.2.1. Şelatlar (Kelatlar, Sekestsranlar)

Şelat oluşturucu ajanlar antioksidan olmamakla birlikte gıdaların stabilize edilmelerinde önemli rol oynarlar. sinerjistler olarak da sınıflandırılan şelat oluşturucu ajanlar lipid oksidasyonunu katalize eden demir ve bakır gibi metal iyonları ile kompleks oluşturarak onların katalitik etkisini engellerler. Kompleks oluşturucu etkileri molekül yapılarındaki paylaşılmamış eleman çiftinden kaynaklanır.

Başlıca Şelatlar sitrik asit ve tuzları, fosfatlar ve etilendiamin tetraasetikasittir (EDTA). Bu maddelerin sağlığa olumsuz etkileri yoktur.

2.2.2.2. Sitrik asit

En yaygın ve etkili şelattır. GRAS listesindedir. Geniş bir kullanım alanı vardır. Antioksidanlarla kullanıldığında onların etkisini artırır. 100 – 200 ppm oranında kullanılan bir antioksidona % 0.1 – 0.3 oranında katılabilir. Su ürünlerinde askorbik asit ile sinerjist etki oluşturarak enzimleri etkisiz hale getirip oksidasyonu önler. Sinerjist kombinasyonunda, her iki asidin kullanım miktarları azaltır. Meyve ve sebzelerde eritorbik asit veya sodyum eritorbat ile birlikte sitrik asit kullanıldığında renk ve aroma kaybı önlenir. Sitrik asit diğer antioksidanlarla birlikte, kuru sucuklarda (%0.1) oksidatif ransiditayi önlemektedir. Katı ve sıvı yağlar ile yağ içeren gıdalada % 0.005 – 0.02 oranında kullanıldığında metal iyonlarını bağlamaktadır.

2.2.2.3. Polifosfatlar

Fosforik asit türevidirler. pH yükseldikçe özelliklerini kaybederler. Kısa zincirli olanlar (sodyum asit pirofosfat ve sodyum tripolifosfat) daha etklidir. Özellikle hayvansal yağlarda kullanılırlar. Bitkisel şorteninglerde, oksidatif ransidite için önceden tedbir a lmada, fosforik asit diğer antioksidanlarla sinerjist etki yapar.

2.2.2.4. İkinci (Sekonder) Antioksidanlar

Tiyodipropiyonik asit (TDPA) ve dilauriltiyodipropiyonat (DLTDP). Lipit oksidasyonu sırasında, hidrojen peroksidi dekompoze ederek antioksidan maddelere yardımcı olurlar (7). Ambalaj materyalinde kullanılan antioksidanlar BHA, BHT, DLTDP, Distearil tiyodipropiyonat (DSTDP), guayak zamkı, NDGA, PG, TDPA ve 2,4,5 – Trihidroksibütirofenon (THBP)’dir.

Sonuç olarak, antioksidanlar, gıdalarda serbest radikallerin zincirleme reaksiyonlara girmesini engelleyerek, istenmeyen yan ürünler ve yeni serbest radikallerin oluşumu ve gıdanın bozulmasını önleyen maddelerdir. Özellikle yağlarda ve yağlı gıdalarda, oksidasyon başlamadan önce katılan antioksidan veya karışımı, ürünün kalitesini korumakta ve oksidasyonu geciktirerek raf ömrünü uzatmaktadır. Ancak bu özellik, kaliteli hammadde, uygun işleme teknolojisi, ambalajlama ve depolama şartları sağlanarak üretilen ürünle mümkündür. Böylece, verilen sınırlar içinde kullanılacak uygun bir antioksidan ile, üründe kalitenin korunması, raf ömrünün artırılması ve ekonomik yararlar sağlanması mümkündür. Aksi takdirde, son ürün kalitesi ve tüketici sağlığı riske girebilir.

2.3. Antioksidanların Yağ Endüstrisinde Kullanım Alanları

2.3.1. Eritilmiş Hayvansal Yağlar

Yenilebilen ve yenilemeyen katı yağlar ile yüksek oranda hayvansal yağ içeren şorteningler olarak tanımlanan bu yağlar düşük doymamışlıklarının yanı sıra, minimum doğal stabiliteye sahiptirler. Bu yağlar genellikle fırınlanmış ürünlere katılmakta ve antıoksidan kullanılabilmektedir. Yağların kullanıldıkları üründe maksimum koruma gerektiğinde yüksek oranda BHA içeren karışımlar kullanmak gerekmektedir. Bu tip yağlarda sitrik asit (CA) iz metallere karşı şelat ajanı olarak kullanılmaktadır. Hayvansal katı yağlar bünyelerinde çok az miktarda antioksidan içerdiklerinden bunlara yapılan tokoferol ilavesi oksidatif stabiliteyi oldukça arttırmaktadır. Hayvansal katı yağlarda antioksidanların etkinlikleri; TBHQ>PG>BHA>BHT> tokoferol şeklinde sıralanmaktadır.

Antioksidan çözeltilerinin hayvansal yağlara ilave edilmesi için birçok yöntem bulunmaktadır. Yöntem seçiminde işletme ortamı, eritilecek katı yağ miktarı, kullanılacak ekipmanlar gibi faktörler etkili olabilmektedir. Büyük uygulamalarda antioksidan karışımları sıcak katı yağ akışkan olduğu sırada boru hattına bir pompa yardımı ile enjekte edilerek katılmaktadır. Bu tekniğin başarılı olması antioksidan-katı yağ karışımının birlikte dolaştığı süre ve dolaşımı sağlayan pompanın yarattığı türbülansa bağlıdır. Depolama tanklarında bekletilen az miktardaki hayvansal yağlara antioksidan direkt olarak ilave edilebilmektedir. Bazı durumlarda da antioksidanlar yüksek konsantrasyonlarda hazırlandıktan sonra ürünlere konsantrat halinde katılmaktadır (%10 antioksidan içeren yağ karışımları gibi). Sıcak haldeki konsantratlar boru hattına ya da direkt ilave şeklinde katı yağlara katılabilmektedirler.



2.3.2. Bitkisel Yağlar

Bu yağlar, yüksek düzeyde kimyasal doymamışlıkla karakterize edilirler ve çoğunlukla bazı doğal antioksidanları içerirler. Ancak, hem bu doğal antioksidanların yetersiz olması, hem de yüksek düzeye doymamış olduklarından normal miktarlarda antioksidanla stabilize edilmeleri çok zordur ve bazen çok yüksek konsantrasyonda antioksidana bile cevap vermezler. Bitkisel yağlar, mevcut oksidatif stabilite, oksidasyona duyarlılık ve eklenen antioksidana cevap verme açısından önemli farklılıklar gösterirler. Genellikle TBHQ ve PG gibi antioksidanlar fazla etkinlik gösterirken, BHA ve BHT nispeten etkisizdirler. NDGA’da yüksek düzeyde doymamış yağ tipleri için uygundur. Hidrojene bitkisel yağların kullanıldığı pastalar ve diğer fırıncılık ürünlerinde BHA, BHT ve PG’ın sitrik asit ile kombinasyonlarının kullanışlı olduğu saptanmıştır. Bitkisel yağların çoğunda bulunan iz miktardaki metallere karşı sitrik asit veya diğer metal şelatörler iyi sonuç verirler. %20 PG ve % 10 sitrik asit içeren antioksidan çözeltisi kızartma amaçlı yağlarda yaygın olarak kullanılır.

2.3.3. Yüksek Oranda Katı Yağ İçeren Gıdalar

Patates cipsleri, fındık ezmesi gibi bu kategoriye giren ürünler genellikle yağda kızartılarak elde edildikleri için %50'ye kadar katı ve sıvı yağ içerebilmektedirler. Bu kızartma işlemlerinde bitkisel yağlar ve şorteningler kullanılmaktadır. Hamur işleri, pastalar ve tatlılar gibi %8-%lO yağ içeren gıdalar da bu gruba dahil edilmektedir. Ancak bu tip durumlarda hazırlama aşamasında hayvani yağ şorteninglerinin kullanılması gerekmektedir.

Bu tip gıdalarda antioksidan seçiminde kullanılan katı yağın cinsi ve ürünün hazırlanma aşamasındaki işlem şartlarının da dikkate alınması gerekmektedir. Antioksidan karışımlarının bitkisel veya hayvansal yağlara kızartma işleminden önce katılması gerekmektedir. Kızartma işlemlerinde antioksidan kullanarak, yağın bu işlemde oluşabilecek yüksek sıcaklıklarda oksidasyonu engellenebilmektedir. Fenolik tipteki antioksidanlar buharla destile olabildiklerinden, derin yağda kızartma işlemleri sırasında sürekli olarak antioksidan ilavesi gerekmektedir. Modern tip kızartıcılarda gıda ve yağ oranı çok yüksek olduğu için taze yağın kızartma işleminde sürekli oiarak ilave edilmesi önerilmektedir. Bu şekilde ortama sürekli olarak taze antioksidan da katılabilmektedir.

2.3.4. Kızartma İşleminin Uygulandığı Gıdalar

Patates ve mısır cipsleri gibi kızartma işlemi uygulanan gıda ürünleri yaklaşık %50 civarında yağ içermektedirler. Bu tip gıdalann çok geniş yüzey alanları da bulunmakta olup acılaşma nedeni ile kaiitelerinde bozulmalar oluşmaktadır. THBQ genellikle kızartmalık yağları oksidasyona karşı etkili bir şekilde korumakta ve kızarmış gıda ürününde de koruyucu etki meydana getirmektedir. THBQ'nun kullanımına izin verilmediği durumlarda ise BHA, BHT ve PG'in değişik kombinasyonlarının stnerjistik etkilerinden yararlanılmaktadır. Hayvansal katı ve sıvı yağların kullanıldığı kızartma işlemlerinde tokoferoller ısıya dayanıklılıkları ve uçuculuğa karşı dirençlerinden dolayı oldukça etkili olmakta ve kızarmış gıdada mükemmel bir koruyucu etki meydana getirmektedirler.



3. ANTİMİKROBİYAL MADDELER

Gıda endüstrisinde uygulanan gıda işleme ve saklama yöntemleri zamanla birbirini izleyen sürekli bir gelişim göstermiştir. Birbirinden farklı ısıl işlemler ile dondurma, kurutma ve ışınlama gibi tekniklerin ortaya çıkışı bu gelişmenin örnekleridir. Bu olanaklara sahip gıda teknolojisinin temel amacı gıda bozulmalarını önlemek, gıda güvenliğini sağlamak böylece gıdada yer alan mikroorganizmaları kontrol altına almaktır. Bilindiği gibi ısıl işlemle mikroorganizmaların vejetatif formları ve sporlu formları öldürülerek steriliteye ulaşılmaktadır. Ancak yüksek sıcaklıklarda gıdaların besleyici öğeleri önemli oranda kayba uğramaktadır. Bu nedenle ürüne katkı maddeleri eklenerek mikrobiyal aktivitenin azalmasının en büyük avantajı, ambalajı açıldıktan sonra uzun süre stabilitesini koruyabilen gıda maddesi elde etmektir. Örneğin ketçap, reçel gibi gıdalar açıldıktan sonra bozulmadan uzun süre kullanılmaktadır. Bu gibi durumlar düşünüldüğünde tek bir muhafaza yönteminin gıdayı korumaya yetmeyeceği gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Antimikrobiyal ajan olarak çok eski yıllardan beri içgüdüsel bir uygulama olarak kabul edilen tuz, baharat, sirke ve tütsüleme maddelerinin gıdanın muhafazasında etkili olarak kullanılması ve halende bu maddelerden yararlanılıyor olması önemli bir bulgudur. Örneği tuzun tat ajanı olarak kullanılması sırasında koruyucu etkisinin de fark edilmesi büyük kolaylıklar sağlamıştır.

Tütsüleme de çok eskiden beri kullanılan bir muhafaza yöntemidir. Bazı ağaç türlerinin yakılması ile elde edilen tütsülerin koruyuculuk özelliğinin yanısıra çok zengin aromatik bileşikleri içerdiği bilinmektedir. Bu bileşikler içinde antimikrobiyal etkisi olan an önemli bileşik formaldehittir. Yine tütsü bileşiklerinden olan ve kanserojen olduğu bilinen 3,4-benzopiren (gıdalarda bulunmasına izin verilen maksimum doz 0,03 mg/kg) ve bazı aromatik bileşikler gıdaların tütsülenmesinin güvenilirliğini olumsuz etkilemiştir.

Uygun antimkrobiyal madde seçiminde dikkat edilmesi gereken konular şunlardır:

• Antimikrobiyal madde fizyolojik yönden sakıncalı olmamalı

• Antimikrobiyal madde saf olmalı, toksikolojik yönden problem yaratmamalı

• Antimikrobiyal madde mümkün olduğu kadar geniş spektrumlu olmalı

• Antimikrobiyal madde gıda bileşeni ile reaksiyona girmemeli

• Antimikrobiyal madde gıdanın duyusal özelliklerini etkilememeli

• Antimikrobiyal madde ucuz olmalı

• Antimikrobiyal madde paketleme materyali ile reaksiyona girmemeli

• Antimikrobiyal madde gıdalarda bulunan mikroorganizmaları mümkün olduğu kadar az etkilemeli

Gıdalara antimikrobiyallerin katılması ile halk sağlığı açısından risk oluşturabileceği ve hijyen kurallarına daha az uyma eğitimi yaratılabileceği düşünülebilir. Ancak bu maddelerin kullanımı, gıdaların mikrobiyolojik dengesini sağlayacağından raf ömrünü uzatmada doğrudan etkilidir. Bu nedenle ürünlere pazar paylarının arttırılmasında da önemli rol oynayan, özellikle doğal yapıda ve gıdalara katılmasına izin verilen Antimikrobiyal maddelerin kullanımları önemsenmelidir.



Antimikrobiyal maddelerin konsantrasyonlarına göre etkileri

Çizelge: Bazı Antimikrobiyal maddalerin Etki Spektrumları.

Antimikrobiyal Maddeler Bakteriler Mayalar Küfler

Nitrit ++ - -

Sülfit ++ + +

Formik asit + ++ ++

Propiyonik asit + ++ ++

Sorbik asit + +++ +++

Benzoik asit ++ +++ +++

Hidroksibenzoikasit esteri ++ +++ +++

Difenil - ++ ++

(-) etkisiz, (+) az etkili, (++) etkili, (+++) tam etkili

3.1. Doğal Antimikrobiyal Maddeler

Gıda endüstrisi piyasada etkili olabilmek ve rekabet ortamına girebilmek için tüketicilerin isteklerini karşılamalıdır. Tüketiciler çok fazla miktarda işlem görmemiş, doğal, en az seviyede kimyasal koruyucu içeren gıda istemektedirler. Bu da yeni tip antimikrobiyal madde kullanım olasılıklarının araştırılmasını teşvik etmektedir.

Gıdaların korunmasında hayvansal, bitkisel ve mikrobiyal kökenli doğal koruyucu sistemler kullanılmaktadır.

3.2. Hayvansal Kökenli Antimikrobiyal Maddeler

Bu tip antimikrobiyaller inhibitör etkiye sahip enzim yapısında olmayan proteinleri, yüksek yapılı hayvanların bağışıklık ve antimikrobiyal sistemlerinde yer alan enzimleri ve bakteriyolitik yapıdaki maddeleri içermektedir. Hayvansal kökenli antimikrobiyal maddelerden ticari olarak kullanımı en yaygın olanı, birçok doku, vücut sıvısında ve yumurta akında kuru maddenin % 3,5’i oranında bulunan, aminoasit esterlerinden meydana gelen peptit zinciri yapısında olan “Lizozim”dir. Lizozim, muramidaz yapısında bir enim olup hücre duvarında bulunan glikopolisakkaritlerdeki N-asetil muramik asit ile N-asetil glukozamin arasındaki bağları hidroliz ederek birçok Gram-negatif ve Gram pozitif bakteri hücrelerinin parçalanmasını sağlamaktadır.

Dünya sağlık örgütü (WHO) lizozimin gıda proseslerinde kullanımına izin vermektedir. Lizozim Amerika gibi birçok ülkede sert ve yarı sert peynirlerde gıda katkı maddesi olarak kabul edilmiştir. Lizozimin en etkin ticari kullanımı bazı peynirlerde şişme yolu ile bozulma yapan Clostridium tyrobutyricum üzerinde görülmüştür. Son yıllarda lizozimin, diğer koruyucu maddelerle birlikte, çeşitli koruyucu karışımları halinde kullanılması ile mikroorganizmalar üzerindeki büyümeyi engelleyici etkisi yoğun olarak incelenmektedir.

3.3. Bitkisel Kökenli Koruyucu Maddeler

1340 çeşitten fazla bitkinin 80 kadarını baharat ve otların oluşturduğu çoğu küçük molekül ağırlığına sahip potansiyel antimikrobiyal madde kaynağı olduğu bilinmektedir.

Bu maddelerin başında kaffeik, sinnamik, ferulik ve gallik asit, olöropein, timol, ögenol gibi fenolik yapıdaki bileşikler gelmektedir. Aureli ve ark. (1992) 32 adet bitkisel esansiyel yağın antimikrobiyal etkisini incelemiş, bunlardan tarçın, karanfil, kekik ve yeni baharın Listeria monocytogenes üzerinde antimikrobiyal etkisinin olduğunu göstermişlerdir.

Birçok bitkisel kökenli antimikrobiyal bileşik, %7 NaCl ile birlikte uygulandığında, küfler üzerinde daha etkili olmakta ve ortamın pH’sı laktik asit kullanılarak 4 ‘ün altına indirildiğinde antimikrobiyal aktiviteleri artmaktadır. Ayrıca baharatın, özellikle öğütülmüş formda olanlarının mikroorganizma içerikleri çok yüksek olabilmekte ve gıdalara ilave edilebilmeleri için bir dezenfeksiyon işleminden geçirilmelerine gereksinim duyulmaktadır.

3.4. Mikroorganizma Kökenli Koruyucu Maddeler

Son yıllarda yapılan çalışmalarda antagonistik mikroorganizma ve metabolitlerini içeren antimikrobiyallerin gıdalarda bulunan patojen bakterileri ve mikotoksijenik küflerin gelişmesini kontrol altında tutmadaki etkinliği ortaya konmuştur. Uzun yıllar boyunca gıda fermantasyonlarında geleneksel olarak rol alan laktik asit bakterileri gıda muhafazasında güvenle kullanımı önerilen bir organizma grubudur. Laktk asit bakterilerinin sağladığı biyolojik koruma diğer mikroorganizmaların besinleri için rekabete girme, bakteriosin, organik asitler ve H2O2 gibi antogonistik maddeler üretme yolu ile yapılmaktadır. Bakteriosinler hücre dışına verilen, istenmeyen mikroorganizmalar üzerinde bakteriosidal (yok edici) yada bakteriostatik (engelleyici) etkisi olan, küçük molekül ağırlığına sahip, peptit veya protein molekülleridir.

Bakteriosinler koruma amacı ile gıdalara birkaç biçimde uygulanabilirler.

• Bakteriosin üreten laktik asit bakterileri, gıdalara starter veya koruyucu kültür şeklinde aşılanabilir.

• Gıda koruyucusu olarak bakteriosin saf veya yarı saf olarak kullanılabilir.

• Bakteriosin üretme yeteneği olan bir bakteri cinsi tarafından daha önce fermente edilmiş bir ürün prosese katılabilir.

3.5. Yağ Endüstrisinde Kullanılan Antimikrobiyal Maddeler



3.5.1. Potasyum sorbat / Sorbik asit potasyum tuzu E202

Kendine özgü hafif kokusu ve ekşimsi tadı olan sorbik asit, beyaz-sarımsı kristal yapıda toz veya granül formda olup, tozdan arındırılmış bir doymamış yağ asididir. Gıdalarda kullanımına izin verilen tek doymamış organik asit olmakta, tatsız ve kokusuz olması nedeniyle bazı uygulamalarda sodyum benzoattan daha uygun bir koruyucu etkisi olduğu belirtilmektedir.

Sorbik asit ve farklı çözünürlüklere sahip tuzları olan potasyum sorbat ve kalsiyum sorbat, gıdalarda ve gıdaların ambalaj maddeleri içinde küf, maya ve bakteri gelişimini önlemek için kullanılmaktadır.

Kimyasal olarak 2,4-heksadienoik asit olarak adlandırılan sorbik asit, düz zincirli trans-trans doymamış yağ asidi yapısına sahip olup, karboksil grubu çok aktif olmakta, konjuge çift bağının ise antimikrobiyel aktiviteyi etkileyebildiği düşünülmektedir.

Diğer organik asitlerde olduğu gibi antimikrobiyel aktivitesi en fazla dissosiye olmadığı haldeyken (pKa = 4.75) görünmekte, pH 6.0 ve 6.5’dan daha az olduğunda, ortamın pH’ının düşmesiyle aktivitesi yükselmektedir.

Serbest asit formu ve özellikle de potasyum tuzu; iyi çözünebilirliği, stabilitesi, işlemdeki kolaylığı nedeniyle gıda sistemlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Sorbik asit oda sıcaklığında 100 ml suda 0.15 g çözünmekte, ancak yağ içindeki çözünürlüğü sudakinin üç katı olduğundan gıda sistemi içinde ortamda lipidler bulunması durumunda sulu fazdaki sorbik asit miktarı azalmaktadır.

Sorbik asidin etki spektrumu, benzoik asite benzemekte, esas olarak maya ve küflere karşı daha etkili olmaktadır. Bakterilere karşı genel olarak çok az, süt bakterilerine karşı ise biraz etkilidir.

Bazı mikroorganizmalar, metabolizmalarında sorbik asiti kullanabildiğinden, mikroorganizma yükü fazla olan gıdalarda sorbik asitin koruyucu etkisi kısa sürede sona ermektedir.

Çoğu gıdada sorbatların etkin olduğu konsantrasyon % 0.01 – 0.03 aralığında olup, bu düzey % 0.1’den fazla olduğunda istenmeyen tat değişimlerine yol açmaktadır. Kültür ortamında ve gıdalarda çeşitli küf mikotoksinlerinin oluşumunu inhibe eden sorbatların etkisinin küf cinsine, depolama sıcaklığı ve diğer faktörlere bağlı olduğu, düşük sorbat miktarının mikotoksin oluşumunu canlandırabildiği unutulmamalıdır.

Sorbik asitin potasyum tuzu (E200), Avrupa dağ- ağacının meyvesinde (Sorbus aucuparia) , doğal olarak bulunur ardından asit isimlendirilir.Ticari olarak birçok farklı kimyasal yollarla üretilir.

Sorbik asit özellikle mantar ve mayalara karşı, bir koruyucudur. Bakterilere karşı etkili değildir. En iyi aktivitesi 6.5 ‘in altındaki pH değerlerindedir (asidik ve az asidik gidalar).

Kabul edilebilir günlük alım miktarı: 25 mg/kg vücut ağırlığına kadar.

Kulllanılan konsantrasyonlarda yan etkileri yoktur. Yalnızca insanların çok küçük bir yüzdelik oranı hafif yalancı – alerjik reaksiyonlar gösterirler

3.5.2. Benzoik Asit

Koruyucu olarak kullanılan başlıca tuzları Na, K ve Ca benzoatlardır. Benzoatlar maya ve bakterilere etkili, küflere daha az etkilidir.Antimikrobiyal katkı olarak çözünebilme, kokusuz ve renksiz olma avantajlarına, tatlımsı ve ağzı buruşturucu lezzete sahiptirler.Sodyum benzoat GRAS listesindendir. Sodyum benzoatın gıdalarda en yüksek kullanım miktarı %0,1’dir.

Benzoik asit ve tuzları, turşular, çeşitli soslar ve ketçap, sofralık zeytin, margarin, reçel, Fjöle ve marmelatlarda… koruyucu olarak kullanılmaktadır.Ekmek ve pastada küflenmeye karşı kalsiyum benzoat kullanılabilmektedir.





3.5.3. Laktik Asit ( E270)

Gıdalarda doğal olarak bulunmaz. Salamura gıdalarda turşu gibi, peynir ve sosislerde laktik asit bakterilerinin fermantasyonu sonucu oluşan bileşiklerde süt asidinin etkisi sınırlıdır. Etkisi daha çok anaerob bakterilere karşıdır. Ortamın pH değerini düşürmede süt asidinin büyük bir önemi vardır.

Laktik asitin tuzları olan laktatlar et, tavuk ve balık olarak kullanıldıkları gibi antimikrobiyal etkiye de sahiptirler. Laktik asit ve laktatlar, sodyum, potasyum ve kalsiyum asetat, fosfotlar, sodyum benzaot vb. diğer koruyucu maddelerle birlikte uygulanarak etkinlikleri arttırılabilmektedir.



4. EMÜLSİFİYERLER, STABİLİZÖRLER, JELLEŞTİRİCİLER ve KABARTICILAR



Yağı suya ilave edin, göreceksiniz ki bu iki sıvı hiçbir zaman karışmayacaktır, ta ki emülgatör eklenene dek. Emülgatörler uçlarından birisi yağı seven (hidrophobic) diğeri suyu seven (hidrophilic) moleküllerdir. Yağın ve suyun iyi bir şekilde birbirine karışmasını (dispersion) sağlayarak kararlı, homojen ve topaksız bir emülsiyon meydana getirirler.

Eski Yunanlılar, balmumunun emülgatör etkisini kozmetik ürünlerde kullanmışlardı ve yumurta sarısı 19. yüzyıl başlarında muhtemelen gıda üretiminde kullanılan ilk emülgatördü. Yumurta sarısının oldukça kısa süren kararlığından dolayı, imalatçılar 1920' lerden bu yana önemli bir gıda ürünü olan soya fasulyesinden elde edilen lesitini daha çok tercih etmişlerdir. Fakat emülgatörler için ani ve önemli gelişme bundan 10 yıl sonra, yağ asit türevleri (mono- ve di-gliseritler) ortaya çıkarıldığında yaşandı. 1936 yılında emülgatörlerin dondurma üretiminde kullanımları patent almıştır. Şimdilerde, emülgatörler gıda katkı maddeleri, margarin, mayonez, kremalı soslar, şeker (bonbon), işlenmiş paketli gıdalar, şekerlemeler ve fırın ürünleri gibi birçok gıda ürününün imalatında önemli rol oynarlar.

Emülgatörlerin bazı yaygın uygulamaları

Ekmek

Emülgatör olmadan da ekmeğin yapımı mümkündür fakat sonuç olarak kuru, hacmi düşük, ve kolay bayatlayan bir ekmek elde edilir. Hamura eklenen % 0.5 kadar az miktardaki emülgatör ekmekte hacmin artışını, yumuşak bir ekmek içi yapısının oluşumunu ve raf ömrünün uzamasını sağlamaya yeterlidir. Ekmekte 2 çeşit emülgatör kullanılır: hamur sertleştiriciler (örneğin diacetyl tartarik asit esterleri (E 472e) ve sodyum yada kalsiyum stearoyl-2-lactylate (E 481, E 482)) ve hamur yumuşatıcılar (örneğin yağ asitlerinin mono- ve di-gliseritleri (E 471)). Hamur sertleştiriciler hamuru daha dayanıklı kılıp ekmeğin daha düzgün bir yapı ve hacimde olmasını sağlarlar. Hamur yumuşatıcılar ise yumuşak bir ekmek içi yapısının oluşumuna ve uzun bir raf ömrünün elde edilmesini sağlarlar.

Çikolata

Bütün çikolata ürünleri, %0.5 oranında lesitin (E 322) veya amonyum fosfat (E 442) içerir. Bu emülgatörler, çikolataya uygun bir kıvam sağlamak amacıyla eklenir. Böylece çikolatalar kalıplara daha kolay yerleşebilir.

Eğer çikolata yüksek sıcaklıkta stoklanmışsa, yüzeyi donuk veya beyaz görünebilir. Bu durum, ürünü müşteriye karşı daha az çekici kılar ve çiçek açma (beyazlanma) olarak isimlendirilir. Sorbitan tristearate (E 492) çiçek açma oluşumunu geciktirebilir.

Dondurma

Karşılaşılan en kompleks (karmaşık) ürünlerden birisi dondurmadır; hem köpük hem de emülsiyon, buz kristalleri ve donmamış sulu karışım içerir. Emülgatörler, dondurmanın daha akıcı bir yapıda olmasını sağlamak ve servis yapıldıktan sonra hızla erimemesini garantiye almak için donma işlemi esnasında ilave edilirler ve aynı zamanda donma-çözünme kararlığını düzenlerler. Yağ asitlerinin mono ve digliseritleri (E 471), lesitin (E322) ve polisorbatlar (E 432, E 436) dondurma üretiminde yaygın olarak kullanılan emülgatörlerdir. Bahsi geçen bütün bu emülgatörlerin kullanımı, donmuş yoğurt gibi tatlılara da uygulanır.

Margarin

Emülgatörler, margarine gerekli sağlamlık, yumuşaklık/sertlik ve tat sağlarlar. Su damlacıklarının, yağ fazı içerisinde iyi bir şekilde dağılmasını sağlamak için genellikle yağ asitlerinin mono ve digliseritleri (E 471) ve lesitin (E 322) kullanılır. Örneğin, kek pişirmede kullanılan iyi kalitede bir margarin için laktik asit ve poligliserol esterleri kullanılırken mono ve digliseritlerin sitrik asit esterleri, margarinden suyun ayrılmasını engellerler.

İşlenmiş et

Sosisler, Avrupa işlenmiş et ürünleri endüstrisinde en önemli yeri tutarlar. Sosisler, et proteinleri ve sağlam bir emülsiyon içinde bağlanmış yağ ve su moleküllerinden meydana gelirler. Emülgatörler, bu emülsiyonu kararlı hale getirerek yağın ürün içerisinde iyice dağılmasını sağlar. Gıda katkı maddeleri yağ oranı düşük et ürünlerinde de, bu ürünlerin tam yağlı türleri kadar iyi olmalarını sağlamak amacıyla kullanılırlar. Gıda endüstrisinde, işlenmiş et ürünleri imalatında, yağ asitlerinin mono ve digliseritleri ve sitrik asit esterleri kullanılır.

Yönetmelik

Günümüzde gıda ürünlerinde kullanılan emülgatörler ya saflaştırılmış doğal ürünlerdir ya da dağal ürünleri çok benzeyen kimyasal yapıya sahip sentetik kimyasallardır.

Tıpkı diğer gıda katkı maddeleri gibi emülgatörler de güvenlik değerlendirmeleri, onay, kullanım ve etiketleme açısından Avrupa Birliği yönetmeliğine (Avrupa Parlamentosu ve Konsül'ün 20 Şubat 1995 tarih ve 95/2/EC nolu renklendiriciler ve tatlandırıcılar haricindeki gıda katkı maddeleri direktifi) tabidir. Bu yönetmelikler; gıdaya eklenen tüm katkı maddelerinin ya isminin ya da E-numarasının gıda ambalajı üzerinde belirtilmesini istemektedirler.



4.1. Yağ Endüstrisinde Kullanılan Emülsifiyerler, Stabilizörler, Jelleştiriciler Ve Kabartıcılar

4.1.1. Lesitin (E322)

Lesitin birçok gıdada emülgatör (emülgatörler yağın su fazından ayrılmasını engellerler) olarak kullanılır. Doğal olarak lesitin bakımından zengin olan gıdaların bünyesindeki yağ oranı da yüksektir; yumurta, sığır ciğeri gibi. Fakat yerfıstığı, sığır bifteği, bazı meyve ve sebzeler daha az lesitin ihtiva ederler. Ticari olarak lesitin, soya unu ve yağı üretimi esnasında yan ürün olarak elde edilir. Lesitin, ismini yüksek miktarda lesitin içeren ve Yunancada yumurta sarısı (lekithos) anlamına gelen sözcükten almıştır. Ticari olarak imal edilen lesitin saflaştırıldığı için alerjik değildir, soya fasulyesi ve tavuğa alerjisi olanlar için bile.

Lesitin kimyasal olarak Fosfatidil kolin' dir (bir fosfolipid'dir). Fosfolipidler vücuttaki bütün hücrelerin ihtiyaç duyduğu hücre zarındaki yapı taşlarıdır. Fosfolipidler hücre zarının sertleşmesini önlerler. Lesitin, hücreleri oksidasyona karşı korur, insanlarda beyni çevreleyen koruyucu zar olarak görev yapar.

4.1.2. Mono Ve Digliseritler (E471)

Gliserinin yağ asitleriyle yaptıkları esterler,(mona ve di)iyi bir emülsifiyer etki gösterirler.Fırın ürünlerinde yaygın bir şekilde kullanılırlar. Genel olarak, hidrolize uğramamış tabii katı yağlarda mono ve digliseritlerin bulunmadığı kabul edilir. Buna karşılık,hidrojene bitgisel şorteninglerde,margarin, tereyağı,rafine çiğit ve soya yağında %0.3-0.9 nispetinde bulunabilmektedirler. Ticari olarak mono ve digliseritler;yağasitlerinin doğrudan esterleştirilmesi, katı yağların alkaliye katalizör varlığında gliserolize edilmesi veya interesterifikasyon yöntemiyle eldedilirler.

Mono ve digliseritler, sütlü içeceklerde ve margarin endüstrisinde kullanılmaktadır.Bu amaçla kullanım1-5 g/kg arasında sınırlandırılmıştır.Tartarik ve sitrik asitlerin asit kökenli mono ve digliseritleri, gösterdikleri stabilizör, sinerjist ve antioksidan özellikler nedeniyle peynir, fındık ezmesi ve benzeri ürünlerde, sebzelerde, etlerde ve yenilebilir üst kaplama maddesi olarak kullanılmaktadır.



5. Renk Maddeleri



Gıdanın insanı çeken ilk özelliği rengidir. Hemen her gıda maddesi için alışılmış bir renk istenir. Ancak gıdalarda görünüm özelliğinden söz edilirken, boya kavramının renk ile karıştırılmaması gerekir. Boya bir bileşiğin adı iken renk, göz yoluyla elde edilen duyusal etkinin adıdır. Teknolojik işlem görmüş gıda maddelerinde renk kaybı kaçınılmazdır. Bu katkılar ( boyarmaddeler ), yeni gıdaların üretilmesinde, üretim sırasında veya sonunda ya da depolamada meydana gelebilecek renk değişimlerini düzeltmek amacıyla çok yaygın olarak kullanılmaktadır.





5.1. Yağ Endüstrisinde Kullanılan Renk Maddeleri

5.1.1. Beta Karoten

Gıda ve içecek sektörlerinde yogun olarak kullanılan ve E 160 (a) kodu ile tanımlanan beta karoten, karotenlerin en çok bilinen çesitlerinden biridir.

Beta karoten, havuç gibi çesitli sebzelerden elde edilmektedir ve hem yagda çözünen, hem de suda çözünen çesitleri olan bir pigmenttir.



β-karotenin yapısı



Bu pigment, renklendirici özelliklerinin yanı sıra, A Vitamini'nin ön maddesi olup, oldukça güçlü bir antioksidan ve serbest radikaldir.

Isıya, pH ve kükürtdioksite karsı oldukça dayanıklıdır. Askorbik asit (C Vitamini) ile korunursa, ısık ve oksijene karsı da dayanıklı hale gelmektedir.

Ürünün toz ve sıvı halde ticari formları bulunmaktadır.

Tereyagı (yagı azaltılmıs ve konsantre tereyagları dahil), margarin, minarin ve diger yag emülsiyonları, turuncu, sarı ve krem renkli olgunlastırılmıs peynirler, aromalandırılmamıs eritme peynirleri, sirke, tuzlu su (salamura) ve yagda sebzeler, kahvaltılık tahıllar, reçeller, jöleler, marmelatlar, meyve preparatları, sosis, salam ve pateler, sekerlemeler, içecekler, distile alkollü içkiler, meyve sarapları, aromalandırılmıs saraplar, soslar, salata sosları, tursu çesitleri, çerezler ve unlu mamuller.

Gıdalarda kullanılan konsantrasyonlarda bilinen yan etkisi yoktur. Yüksek konsantrasyonları deride sararmayla sonuçlanır. Karoten A vitamini kaynağı olduğundan (2 kısım karoten 1 kısım vitamin A'ya eşittir), yüksek konsantrasyonları vitamin A toksititesi belirtilerine yol açar.







5.1.2. Annatto

E160 (b) kodu ile tanımlanan annatto, tropik bir agaç olan (Bixa orellana) adlı bitkinin tohumlarından elde edilmektedir.

Annatto tohumlarından iki farklı pigment saglanmaktadır: Biksin ve norbiksin. Biksin yagda çözünür, norbiksin ise suda çözünür. Karotenoid sınıfına giren her iki pigment de, ısığa ve oksijene karsı duyarlıdır. Bu nedenle bazı durumlarda askorbik asit, yani C vitamini yardımı ile hassas ürünler korunabilir.

Norbiksin, 100 ppm üzerindeki kükürt dioksit degerlerine karsı duyarlıdır. Bu pigment aynı zamanda sert sularda ve düsük pH sartlarında çökelti olusturabilir.

Norbiksin, ısıya karsı dayanıklıdır ve ısı karsısında turuncu bir ton olusturur. Bu nedenle, gıdalarda sarı ve turuncu tonlarını olusturmak için, özellikle kurkumin ile karıstırılarak kullanılır.

Norbiksin çok uzun yıllardır sarı, turuncu ve krem renkli olgunlastırılmıs peynirler (Örnegin çedar peyniri) ile eritme peynirlerinde kullanılmaktadır. Aynı zamanda galeta unu gibi gıda süsleme ve kaplama maddelerinde, unlu mamullerde, yenilebilir buzlarda, likörlerde, tatlılarda, sekerlemelerde, diger süt ürünlerinde, dondurmalarda, füme balıkta, yenilebilir peynir kaplama maddesi ve kılıflarında, patlamıs ya da hacimli çerezlerde, hazır çorbalarda, kahvaltılık gevreklerde ve içeceklerde kullanılabilir.

Biksin ise yagda çözünen bir renklendirici oldugundan, bisküvilerin krema dolgularında, margarinlerde, tereyagında, düsük yaglı sürülebilir ürünlerde ve diger yag bazlı ürünlerde kullanılabilir.

Annatto için kabul edilebilir günlük alım miktarı vücut ağırlığı üzerinden 2,5 mg/kg ve biksin için vücut ağırlığı üzerinden 0,065 mg/kg dır.

Annatto allerjilere ve egzamaya neden olabilir. Karışımın içerisindeki maddelerden hangisinin yan etkiye neden olduğu her zaman bilinememektedir.



5.1.3. Kurkumin

Turmeriğin ana bileşeni, kurkumin(şekil 2) olup türevleri dimetoksikurkumin ve bis-dimetoksikurkumin'dir. Dimetoksikurkumin ve bis-.dimetoksikurkuminin yapısında, kurkuminden farklı olarak CH3 grupları bulunmaz. Bu üç pigment arasındaki oran, hazırlanılışlarında farklılık yaratır. Fakat kurkumin en yüksek konsantrasyonda ve bis-dimetoksikurkuminin ise en düşük konsantrasyonda bulunur.



Şekil : kurkuminin yapısı

Kurkumin suda çözünmez, fakat yağ ve alkol içerisinde çözünür. Kurkumin oldukça kararlı bir yapıda olup, gıdalara parlak turuncu-sarı bir renk verir. Asyalıların yemek yapımında turmerik, baharat olarak kullanılırken, batı ülkelerde boya maddesi olarak kullanılır.

Kurkumin, pH'ın 7.5'den yüksek olduğu alkali ortamlarda kararlı değildir. Birçok gıda maddesi böyle yüksek pH değerine zaten sahip değildir.

Kurkumin, ışığa karşı duyarlıdır fakat gıdaların proses esnasındaki sıcaklıklarında kararlıdır. Işığa karşı hassasiyeti, alüminyum iyonu eklenerek düşürülebilir. Bu alüminyum iyonu kurkumin ile kompleks oluşturur ve kurkuminin ışık tarafından bozulmasını önler.

Günümüzde, kurkumin tuzları da bulunmaktadır. Bunlar suda çözünebilir, dolayısıyla kurkuminin kullanılabildiği gıda yelpazesi daha da genişler.

Turmerik ve kurkumin gıdalarda ve kozmetikte yaygın olarak kullanılır. Kullanım alanları konserve içecekleri, pişirilmiş ürünler, süt ve süt ürünleri, dondurma, yoğurt, sarı pasta, bisküvi, patlamış mısır, şekerli yiyecekler, hububatlar, pasta kreması gibi gıdalardır.

Kurkumin antioksidant olarak ta rol oynar. Bu sebepten dolayı katı ve sıvı yağlarda kullanılır. Aynı zamanda unlu mamulleri (pasta, kek gibi) ransiditiye karşı korur.

Turmerik, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde geleneksel ilaç olarak kullanılır. Fakat gıdalarda yada gıda katkı maddelerinde bu amaçla kullanılmaz.

Kurkumin için kabul edilebilir günlük alım miktarı vücut ağırlığı üzerinden 1 mg/kg, ve turmerik için 0.3 mg/kg. Gıdalarda kullanılan konsantrasyonlarda bilinen yan etkisi yoktur.

6. FOSFATLAR

Fosfatlar fosforik asitin çeşitli tuzlarıdır.fosfor bütün canlılarda bulunan bir mineral olup,hem beslenme hemde vücudun diğer fonksiyonlar açısından önemlidir.Ancak,canlıların hiçbiri fosfat anyonunu sentezleme yateneğinde olmadığından gıdalarla almaları gerekmektedir.Gıda katkı maddesi olarak;

-metal iyonlarıyla kompleks oluşturarak çelat görevini üstlenirler.

- pH stabilizasyonu için kullanılabilirler.

-Emülsiyon yapının stabilizasyonunu sağlar

-bazı fosfatlaın su bağlama özellği olduğundan, birçok gıda ürününde su tutma ,su çekme amacıyla kullanılırlar

-kimi fosfatlardan, toz ve kuru karışım halindeki gıdalarda topaklaşmayı önleyici maddeler olarak kullanılırlar.

-fosforik asit veya asidik tuzları asitlandirici olarak kullanılırlar.

-alkalin karakterdeki fosfat tuzları ortamı alkaliye çevirmek için pH ‘ı yükseltmek için gıdalara katılırlar

6.1. Fosfatların Yağ Endüstrisinde Kullanımı

Fosfatlar, öncelikle hammaddeden yağ elde etme sırasında, 3 kısım TSPP ile 1 kısım sodyumbikarbonat kullanılarak, sulu faz içindeki protein dispersiyonunu arttırmak ve bu yolla lipoprotein kompleksini parçalayarak yağ randımanını artırmak için kullanılırlar.

Orto ve metafosforik asit, hidrojenize yağların nikel katalizöründen arındırılması için de kullanılmaktadır.

Serbest yağ asitleri, fosfolipitler,müsilaj maddeleri, protein benzeri safsızlıkları ihtiva eden ham bitkisel ve hayvansal yağların asidik ve bazik rafinasyonunda fosfatlardan faydalanılır. Böylece fosfatlar, yağların istenmeyen renklerinin giderilmesi ve ağartılmasında kullanılmaktadır.

Sanayide kızartma yağlarında oluşan kötü kokunun, gliserit polimerlerinin oluşturduğu köpürme ve renk bozukluğunun giderilmesi için, kızartma işlemi sonunda yağ filtre edilerek fosforik asit,ağartma toprağı ile muamele edilir.

6. VİTAMİNLER

Vitaminler insan ve hayvanlar tarafından sentezlenemeyen ve sağlıklı büyüme, üreme ve diğer fonksiyonlar için diyette bulunması gereken ve eksikliği durumunda, özel bir bozukluk veya hastalık meydana getiren organik bileşiklerdir.

Askorbik asit, karatenoidler, tokoferol, rboflavin ve niasinin gıdalara ilavesi genellikle beslenme amaçlıdır.

Askorbik asit, ekmekte hamurun yapısını iyileştirmek amacıyla kullanılır, ayrıca antioksidan etkisi vardır.

Karatenoidler gıda renklendiricisi, tokoferoller antioksidan, riboflavin ise bazen gıda renklendiricisi olarak kullanılır. Süt ürünlerinde renklendirici olarak kullanılır. Riboflavin, beta karotenle birlikte sarı renkte içecek hazırlanmasında kullanılır. Niasin bazen depolama sırasında meydana gelecek olan renk değişimlerini önleyici olarak taze ve kür edilmiş etlerde kullanılır.

YAĞ SANAYİNDE KULLANILAN VİTAMİNLER

Vitaminler yağ endüstrisinde antioksidan amaç dışında aynı zamanda besin değerini yükseltmek içinde kullanılır.

Vitamin A: Ticari olarak pek çok çeşitte bulunur. Sağlıklı hücre ve doku gelişimi göz sağlığı, enfeksiyonla savaş, diş ve kemik gelişimi

Vitamin E: Kırmızı kan hücreleri de dahil olmak üzere tüm vücut hücrelerini koruyan kuvvetli antioksidan etkisi, doymamış yağ asitlerini oksijenin hasar verici etkisine karşı koruma

Vitamin D: Kalsiyum ve fosforun sindirim sisteminden emilimini sağlar. Böbreklerden kalsiyum kaybını önler, sağlıklı sinir sistemi ve normal kalp fonksiyonlarının devamlılığında rol alır.